AYIPTIR YAHU!

Bir insan hangi inanışa ya da yaşam tarzına sahip olursa olsun hayatını devam ettirmek için sağlıklı olmaya dikkat etmek zorundadır. Bunun için tababet ilmini öğrenir ya da bilen insanlara ihtiyaç duyar. Tarihin hiçbir döneminde tabipsiz ve hastanesiz şehir göremezsiniz. İlk insandan itibaren bütün zamanlarda insanlar ilaç kullanır, doktorların tavsiyelerini emir telakki ederlerdi. Bugün de böyledir. Doktorun tavsiye ettiği ilacı koşa koşa gider temin ederiz. Aradığımız ilacı bulamadığımızda eczacı muadilini verse dahi doktora sormadan o ilacı kullanmakta tereddüt gösteririz. Belki de insanın en temel çabalarından birisi sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak için verdiği uğraştır. Bu uğraş neticesinde edindiği malumatlara göre hayatını idame ettirmeye çalışır. Tababet ilmi de işte bu gayretlerin neticesinde ortaya çıkmıştır. Bütün medeniyetler bu ilme önem verdiği gibi İslâm medeniyeti de tıbba gereken ihtimamı göstermiştir. O kadar ki 12. yüzyıldan itibaren Avrupa tıbbına büyük bir tesiri olmuştur. Bugün bu hakikati Batı dahi inkâr etmiyor. Çünkü tıp ilmi Allah Teâlâ’nın insanlığa ikramıdır. Bu ikramın kıymetini de ancak Mü’min olanlar bilir. Katip Çelebi; Calinius ve Hipokrat gibi Yunan şairlerinin de bu ilmin Allah tarafından ilham edildiğini kabul ettiklerini vurgulamaktadır.[1]

Bimaristân

İslâm medeniyetinin sağlığa verdiği önemi inşa ettiği hastanelerden, yetiştirdiği hekimlerden anlamak mümkündür. Bimaristân adı verilen İslâm hastaneleri bir taraftan Müslümanlara hizmet verirken diğer taraftan da dünya tarihine geçecek tabiplerin yetişmesine katkıda bulunmuştur. İbn Sina, İbn Zühr, İbn Rumiyye, İbn Nefis, Kutbiddin eş-Şirazî gibi meşhur tabiplerin yetişmesine imkân hazırlayan İslâm medeniyeti bu ilhamını şüphesiz ki Allah Rasûlü’nün ﷺ tavsiye ve emirlerinden almıştır. Bu hadisler Tıbbu’n-Nebevî adıyla İslâm medeniyetinin en baş yapıtlarından olmuş, üzerlerine yüzlerce şerh ve haşiye yazılmış, akademik anlamda sempozyumlara ve doktora çalışmalarına konu olmuştur.

Allah Rasûlü’nün ﷺ hadislerinde tıbbı ilgilendiren tavsiyelerden Müslüman ilim adamları tıbbın meşruiyetini anlayıp hastalıkların çaresine dair çalışmaları bir ibadet niyeti ile yapmışlardır. “İnsanların sağlığın ve boş vaktin kıymetini bilmediğini”[2] ifade buyuran Rasûl-i Ekrem ﷺ bir yandan Müslümanlara tedbiri elden bırakmamayı öğütlerken diğer taraftan ise “Allah Teâlâ verdiği herhangi bir derdin şifasını da mutlaka verir.”[3] buyurarak onları bu alanda çalışmalar yapmaya ve hastalıkların çaresini aramaya teşvik etmiştir.

Bir yandan ashabına hastalanmamaları için tavsiyelerde bulunarak koruyucu hekimlik yapan Allah Rasûlü ﷺ diğer taraftan da hastalananları çeşitli tıbbi yöntemlerle tedavi eder ya da tedavi edecek kişilere tedavi yöntemi telkin ederdi. Sahih kaynaklarımıza göz atıldığı takdirde bunlara dair birçok örnek görmemiz mümkündür.

Baş ağrısından müşteki olan bir kimseye kan aldırmayı tavsiye etmesi,[4] ateşli bir kadının su ile serinletilmesini söylemesi,[5] Ud-u hindi (kustu hindi) de yedi türlü şifa olduğunu belirtip kullanmaya teşvik etmesi,[6] ölümden başka her derde deva olarak nitelendirdiği çörek otunu tavsiyesi,[7]  “Acve, cennettendir ve onda zehir ve sihire karşı şifa vardır. Mantar, kudret helvasındandır; suyu göz için şifadır.” buyurması,[8] bal içmede, hacâmatta ve ateşle dağlamada şifanın olduğu ama dağlayarak tedaviyi yasakladığını belirtmesi,[9] sineğin bir kanadında hastalık diğerinde ise şifa taşıdığını bildirmesi[10] burada zikrolunabilir.

Deve Sütü ve İdrarı

Bu tedavi metotlarından birisi de Allah Rasûlü’nün ﷺ deve sütü ve idrarını tavsiye etmesidir. Hadisin konumuzu ilgilendiren kısmı şu şekildedir:

“Hz. Enes t anlatıyor: Ukl veya Ureyne kabilesi halkından sekiz kişilik bir grup Medine’ye gelip Hz. Peygamber’e biat ederek Müslüman oldular. Bir müddet sonra Medine’nin havası onlara dokundu ve hasta oldular. Şikayetleri üzerine Hz. Peygamber , çobanlarıyla birlikte Medine’nin dışına çıkıp develerin sütünden ve idrarından içmelerini öğütledi. Adamlar bir müddet develerin süt ve idrarından içtiler ve sağlıklarına kavuştular…” [11]

Bu hadisin sıhhati hakkında ulemanın ittifak ettiğini belirttikten sonra metnine dair yapılan bazı yorumlar şu şekildedir:[12]

1. Bu durum Medine develerine has bir durumdur. İdrarları ve sütleri şifalıdır. Bundan dolayı da eti yenen hayvanların idrarları tahirdir. Bu, İmam Malik’in görüşüdür.

2. Bu zarureten izin verilmiş bir durumdur. Bu yola başvurmak ancak başka çare olmadığında mümkündür. Dolayısıyla bu hayvanların idrarına bundan dolayı tahir demek doğru olmaz. Ebu Hanife bu görüşü savunmaktadır.

3. Medine’ye gelen bu insanlar çölde yaşayan bir topluluk idi, devenin idrar ve sütü ile beslenmeye alışmışlardı. Medine’de bu gıdalardan uzak kalmışlardı. Bundan dolayı hastalanmış, karınları şişmişti. Hz. Peygamber ﷺ de onlara bu tavsiyede bulunmuştu.

4. Bu durum vahiy ile Hz. Peygamber’e ﷺ bildirilmiştir. Bu tavsiyeye uydukları için de şifa bulmuşlardır.

5. Cahiliye döneminde de kullanılan bu yöntemi Rasûlullah ﷺ tecrübesine dayalı olarak onlara tavsiye etmiştir. Bunun bir emir değil, tavsiye olduğunu Müslim’deki “dilerseniz” kaydı ile anlamış oluyoruz.

6. Bunun ne tıp ne de din ile alakası vardır. Bu hadis uydurmadır. Kur’ân’a, akla ve bilime aykırı olan bu safsatalar hadis olamaz. Bu hadisi sahih kabul edenler buyursun içsinler bakalım şifa bunu neresindeymiş.

Tıbb-ı Nebevî

Bu sonuncu yorum, 14 asırlık ilmi birikimimizi yansıtan kitaplarımıza değil; son dönemde ortaya çıkan, daima Kur’ân ve aklı ön planda tuttuğunu iddia eden, ateistlere karşı din-i mübini müdafaa ettiğini zanneden birtakım insanlara aittir.

Bütün bu öneri ve tavsiyelerin vahye ya da o günkü tıbbi tecrübeye dayalı olarak bildirilmiş olması mümkündür. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi tıp ilminin menşeinin ilahi olduğu vurgulanmaktadır. O halde Peygamberlerin, halk arasında uygulanagelen bazı tedavi metotlarını tavsiye etmesi ya da bilinmeyen meseleleri uygulamaya koyması sonuç itibari ile ilahidir diyebiliriz.

Yukarıda zikrettiğimiz tedavi metotları ile ilgili de aynı durumları ifade edebiliriz. Mesela Allah Rasûlü’nün ﷺ sineğin kanatlarındaki şifa ve hastalık dengesini haber vermesi ya da cahiliye döneminde bilinmeyen bir uygulama olan mantarın göze şifa olacağından bahsetmesi gibi uygulamaları vahiyden mücerred düşünmek doğru olmaz. Bunun yanında nebevî tıp ile alakalı bütün tavsiye ve uygulamaların vücûb ifade ettiğini iddia etmek ve uygulanmasını zorunlu görmek de doğru olmayacaktır. O halde buradaki tedavi yöntemlerini kendi zamanı içinde değerlendirmek ve uygulanmasını alternatifi olmadığı için makul karşılamak en uygun anlayış olacaktır. Deve idrarı ile alakalı yöntem de bunun gibidir. Zaten Allah Rasûlü ﷺ hasta olanlara deve idrarı ve sütünü tavsiye ederken “Dilerseniz bunu yapın.”[13] şeklinde onları muhayyer bırakmıştır.

Bütün bu anlayışları ve yorumları bir kenara bırakıp hadislere karşı taarruza geçmek birde bunun yanında rivayette bahsi geçen deve sütünü görmezden gelip sadece idrarı bahis mevzuu etmek en basit ifadesi ile ayıptır ve art niyetliliktir.

Yanlış Korkuya Korku İnkâra Sebep Oluyor

Hadislere karşı farklı bir bakış sergileyen bu anlayışın kaçırdıkları önemli bir ayrıntıya da dikkat çekmek istiyorum. Onlar zannediyor ki bütün sahih hadisler ile amel edilmek zorundadır. Bu yanlış anlayışa sahip olunca büyük bir korku ile inkâra yelteniyorlar. Zannediyorlar ki bu hadisleri sahih kabul edersek bunları uygulamaya koymamızı isteyecekler. Hayır, durum onların zannetiği gibi değil. Sakin olsunlar. Özellikle de tababeti ilgilendiren hiçbir uygulamayı âlimlerimiz vacip (zorunlu) görmemiştir. Diğer meseleler de bunun gibidir. Sahih hadis olduğu halde mensuh olup amel edilmeyen birçok hadis vardır. Mesela sahih olduğunda ittifak olmasına rağmen “Ateşin değdiği şeylerden dolayı abdest gerekir.”[14] hadisi ile hiç kimse amel etmez. Bunun gibi birçok örnek verebiliriz. Dolayısıyla bu hastalıklı anlayıştan kurtulmadan ne hadisleri ne de Allah Rasûlü’nü ﷺ doğru anlayabiliriz. Bu insanlar deve hadisi ile alakalı da aynı yanılgıya düşmektedirler. Zannediyorlar ki birileri ona bunun sünnet olduğunu söyleyecek ve zorla deve idrarı içirecek. Bunun korkusu olsa gerektir ki masaya deve idrarı koyup “İçin de görelim bakalım!” diyecek kadar trajikomik bir durumun içine düşebiliyorlar. Halbuki yukarıda izah ettiğimiz hadisteki insanlar ile alakalı üç durumu göz ardı etmemek gerekir. Bunlardan birincisi, rivayete göre onlar kanser, ülser ya da buna benzer bir hastalığa yakalanmışlardı. İkincisi, Allah Rasûlü’nün ﷺ onları zorunlu tutmayıp bu hususta muhayyer bırakması, üçüncüsü ise idrar ile beraber sütü de tavsiye etmesidir. Bütün bunları göz ardı edip sağlıklı bir insana hadisin sıhhatini test etmek için idrar tavsiye etmek, kanser olmayan bir hastaya doktorun kemoterapi önermesine benzemektedir. Böyle bir doktora doktor denmeyeceği gibi masaya idrar koyup onu insanlara tavsiye edenlere de bilim/ilim adamı demek doğru olmayacaktır.

Bilime Olan Teslimiyet

Bu hadis üzerinden Buhari’yi itibarsızlaştırmaya çalışan kimseleri ikna etmek mümkün görünmese de bilime olan teslimiyetlerini göz önünde bulunduracak olursak önemli akademik ve bilimsel dergilerde deve idrarı ve sütü ile alakalı yayımlanan makalelerden bahsetmemiz belki ön yargılarını kırmaya yetebilir. Hakikaten munsif bir araştırmacı Müslüman olmasa dahi deve idrarı/camel urine/ أبوال الإبل  kelimelerini Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak arama motorlarına yazdığı takdirde oldukça fazla bilgi bulacaktır. Türkçe olarak genel itibari ile olumsuz malumatların bulunması, sünnet münkirlerinin masaya deve idrarını koyması ile art niyetli gazetecilerin bunu haber yapmasının bir sonucu olsa gerektir. Bilimsel bir yanı olmadığı için muteber olmadığını biliyoruz. Fakat insanların bunlardan etkilenmesi meseleyi incelemeye tabi tutmayı gerektirmektedir.

Fizik okuduğumuz yıllarda dersin hocası konu ile alakalı bilimsel yayınları takip etmemizi tavsiye eder ve derdi ki: “SCI indeksli dergiler dünyanın en önemli ve bilimsel yayınlarının bulunduğu dergilerdir. Eğer onlarda tarama yapar ve yazılan makaleleri okursanız konu ile alakalı bilimsel gelişmeleri güncel olarak takip edebilirsiniz. Bu tür dergilerde yazılan makaleler dünyanın her tarafında kabul gören bilimsel çalışmalardır ve bunları inkâr etmek kişinin bilimden ne kadar uzak olduğunu göstermeye kâfidir.”

Bilimsel çalışmaları en büyük hakikat olarak gören bu ifadelere belli bir düzeyde biz de katılıyoruz. Fakat burada yaygın olarak yapılan önemli bir yanlıştan bahsetmek yerinde olacaktır. Kur’ân-ı Hakîm tabii ki bilimsel çalışmaları teşvik eder; fakat modern zamanlarda Müslümanlar yaptığı bilimsel çalışmalarını farklı bir kompleks ile Kur’ân’a doğrulatmaya kalkmaktadırlar. Halbuki bu anlayış Kur’ân-ı Kerîm’in mana derinliğini ihlal edecek ve ileride yapılacak yeni deneyler ile inkâr edilen eski buluşlar Kur’ân’ı da sorgulamayı gerektirecektir. Fakat Kur’ân asıl kıstasımız olursa bugünkü bilimsel veriler Kur’ân’ı tasdik etmese de daha sonra keşfedilecek hakikatler Kur’ân’ı mutlaka teyit edecektir. Çünkü bilimin ya da tıbbın nihayete erdiğini hiç kimse iddia edemez.

Bilimsel Makaleler

Onlarca dile çevrilmiş, yıllarca Batı’da tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuş İbn Sina’nın “el-Kanun”unun deve idrarı hususundaki ifadeleri malumun ilamı olacağından burada ondan sarfı nazar ediyoruz. Dileyen kardeşlerimiz müracaat edebilirler.[15]

Evet, ehline malum olduğu üzere dünyanın önemli üniversitelerinde yapılan bilimsel çalışmaların yayımlandığı önemli dergiler ve siteler vardır. Mesela NCBI bunlardan birisidir. NCBI, genetik bilimciler ve moleküler biyologların araştırma yaparken en fazla kullandığı sitelerden birisidir.[16] Kur’ân ve sünnete tam manası ile teslim olamamış Müslümanlar için önemli bir kaynak mahiyetinde olan bu sitede deve idrarı ile alakalı yayımlanmış makaleler mevcuttur. Eğer çok az bir zaman ayırıp bu makaleleri taramış olsalardı Allah Rasûlü’nün ﷺ hadisleri konusunda en azından Müslüman olmayanlar kadar insaf sahibi olurlardı.

Bu alanda çalışmalar yürüten Müslüman bir bilim adamından bahsetmek istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri’nde Ohio State Üniversitesi Tıp Fakültesi nörobilim alanında doktora ünvanı alan ve şu anda Pensilvanya Üniversitesi Eczacılık ve Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde ilaç profesörü olarak görev yapan Şakir Ahmed Musa, ABD İlaç Araştırmaları Merkezi direktörüdür ve 20 yıldır uluslararası ilaç şirketlerinde yönetici olarak çalışmıştır. Kalp ve kan damarlarını tedavi etmek için kullanılan üç ilaç keşfetmiştir ve beyin ve pankreas kanseri tedavisine katkıda bulunması beklenen ilaç tedavileri için araştırmalar yapmaktadır. Prof. Musa, denek olarak kullandığı hayvanlardaki başarısından sonra bu ilaçların hastalar üzerindeki etkisi konusunda testlerine de devam etmektedir.[17] Yukarıda bahsettiğimiz bilimsel sitelerde de oldukça fazla akademik makaleleri yayımlanan bu Müslüman bilim adamının deve idrarı üzerine de ilginç çalışmaları mevcuttur.[18]

Müslüman Olmayanların Şehadeti

Ben burada bu makalelerin tamamından bahsedecek değilim; fakat önemli gördüğüm bir makaleyi kısaca özetlemekte fayda görmekteyim. Çünkü bu makalenin yazarlarının Müslüman olmaması ve deve idrarı ile birlikte sütünü de bahis mevzuu etmeleri Allah Rasûlü’nün ﷺ ifade ettiği hususu vurgulamaktadır. Zira bu hadisi kabul etmeyen Müslümanlar, ekranlara sadece deve idrarı ile çıkarak niyetlerinin üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğunu göstermiş oldular. Bunun yanında bu makalenin yazarlarının Müslüman olmaması da imza attıkları buluşlarının Müslümanların şehadetinden daha makbul oluşunu göstermesi açısından da calib-i dikkattir.

Makalenin Hülâsası

Hülasa edeceğimiz makale, deve sütü ve idrarı ile birlikte yapılan bir deneyin mide ülserine iyi geldiğini ispatlamaktadır. Bilimsel çalışmalarında develerin süt ve idrarının ülsere etkisini inceleyen üç bilim adamı[19]; makalelerine deve sütünün sarılık, tüberküloz ve diyabeti tedavi etmek için kullanıldığından, deve idrarının ise ishal ve kanseri tedavi etmek için kullanılmasının yaygınlığından bahsederek başlamaktadır. Çeşitli deneyler yaparak deve sütü ve idrarının farelerin mide ülserlerini inhibe ettiğini (bastırdığını) söyleyen yazarlar, deve sütü ve idrar dozunun 10 ml / kg kadar yapılan akut toksisite (bir kimyasal maddenin bir kez veya kısa zaman diliminde genellikle birkaç kez alınmasından sonra zehirlenmeye neden olma gücü) çalışmasının sıçanlar arasında mevcut toksiklik (zehirlenme) ve mortalite (ölme) belirtisi göstermediğini, bunun da mevcut 5 ml / kg dozunun farelere uygulanmasının güvenli olduğunu gösterdiğini vurgulamışlardır. HCl / EtOH modelinde, simetidin (mide asidi üretimini inhibe eden bir ilaç) (100 mg / kg), deve idrarı (5 ml / kg) ve deve sütünü (5 ml / kg) oral yoldan uygulayan araştırmacılar (P <0.05) mide lezyonlarını (doku bozukluğu) % 100, 83.7 ve 60.5 oranında önemli ölçüde inhibe ettiğini vurgulamaktadır. Benzer şekilde WRS ile indüklenen modelde, simetidin ve deve idrarı % 100 ülser inhibisyonu gösterirken deve sütü % 50 inhibisyon gösterdiğini ve indometazin ile indüklenen ülser modelinde simetidin, deve sütü ve idrar sırasıyla % 100, 33.3 ve 66.7’lik bir ülser inhibisyonu gözlemlendiğini saptamışlardır. Buna ek olarak deve sütü ve idrarı, indometasine bağlı ülser modelinde % 100’lük anlamlı bir (P <0.05) ülser iyileştirici etki gösterirken % 60.5’lik bir iyileşme etkisi sunan simetidininkine kıyasla ülser gözlenmediğine de vurgu yapmışlardır. Sonuç olarak deve sütü ve idrar, indometazine bağlı mide hasarında ülserin güçlü iyileşme etkisi gösterdiği kanaatine varmışlardır. Fakat bu alanda daha fazla araştırma yapmayı gerekli gördüklerini de vurgulamışlardır.[20]

Müslüman olmayan bilim insanlarının dahi farkında olmadan Allah Rasûlü’nü teyid etmesi bizi birazcık düşünmeye sevketmeyecekse hangi saik bizi tefekküre götürür ki? Bu bizim için büyük bir ayıp değil midir? Yapılan çalışmalara bakmaksızın, araştırma yapmaksızın deve idrarı üzerinden Hz. Peygamber’i itibarsızlaştıran bu insanların bilime atfettiği önemi bilmemiz bizi bilimsel makalelerden bahsetmeye sevketmiştir. Yoksa “Sevgililer Sevgilisi” konuştuğunda bizim inananlar olarak söyleyecek tek sözümüz vardır:

Sende insan ve toplum, sende temel ve bina; ne getirdin, götürdün, bildirdinse amenna…


[1] Kâtib Çelebî, Keşfu’z-Zünûn, DKİ, II, 363.

[2] Buhârî, “Rikak”, 1.

[3] Buhârî, “Tıbb”, 1.

[4] Müslim, “Selam” 71.

[5] Müslim, “Selam” 82.

[6] Buhari, “Tıb” 10, 13; Müslim, “Selam” 86,87; İbn Mace, “Tıb” 12, 17.

[7] Buhari, “Tıb” 7.

[8] Buhârî, “Tıb”, 20; Müslim, “Eşribe”, 157; Tirmizî, “Tıb”, 22.

[9] Buhârî, “Tıb”, 3; İbn Mâce, “Tıb”, 23.

[10] Buhârî, “Tıb”, 20; Müslim, “Eşribe”, 157.

[11] Buhârî, “Vudû”, 66; “Cihad ve Siyer”, 150; “Tıb”, 5,6; Müslim “Kasame”, 9,11; Ebû Davud, “Hudud”, 3; Tirmizî, “Taharet” 55.

[12]-Bu yorumlar için bkz: Umdetu’l-Kâri, Fethu’l-Bârî, el-Müfhim ve Fethu’l-Mülhim.

[13] Müslim “Kasame”, 9.

[14]-Müslim, “Hayz”, 23.

[15] İbn Sina, el-Kânun fi’t-tıbb, DKİ, Beyrut, 1999, I, 183-192.

[16] https://www.ncbi.nlm.nih.gov

[17] http://www.shbabmisr.com/mt~146484

[18] Alhaidar A, Abdel Gader AG, Mousa SA, The antiplatelet activity of camel urine, J Altern Complement Med. 2011 Sep;17(9):803-8. doi: 10.1089/acm.2010.0473. Epub 2011 Aug 19.

[19] Hu Z, Chang X, Pan Q, Gu K, Okechukwu PN. Gastroprotective and ulcer healing effects of camel milk and urine in HCl/EtOH, non-steroidal anti-inflammatory drugs (indomethacin), and water-restraint stress-induced ulcer in rats. Phcog Mag [serial online] 2017 [cited 2020 Mar 17];13:559-65. Available from: http://www.phcog.com/text.asp?2017/13/52/559/218108.

[20] Deve idrarının kanser hücrelerini yokedici yöndeki etkisi için benzer makaleler: Abdulqader A.Alhaider, Mohamed A.M.El Gendy, Hesham M.Korashy, Ayman O.S. El-Kadi, Camel urine inhibits the cytochrome P450 1a1 gene expression through an AhR-dependent mechanism in Hepa 1c1c7 cell line, Journal of Ethnopharmacology Volume 133, Issue 1, 7 January 2011, Pages 184-190; Nujoud Al-Yousef, Ameera Gaafar, BasemAl-Otaibi, IbrahimAl-Jammaz, Khaled Al-Hussein, AbdelilahAboussekhra, Camel urine components display anti-cancer properties in vitro, Journal of Ethnopharmacology

Volume 143, Issue 3, 11 October 2012, Pages 819-825.

Bir yanıt yazın
You May Also Like