Herkesin her konuda fikir yürüttüğü, bilginin de kirlendiği bir çağ yaşıyoruz. Artık bilgiye ulaşabilmek için illa mektep, medrese tahsili yapmanız, bir hocanın dizinin dibinde yıllarca süren hakîkat yolculuğuna tahammül etmeniz gerekmiyor. Oturduğunuz yerde elinize akıllı bir telefon alıp sosyal medyada biraz gezinti yapmanız yeterli. Fakat herkesin kendini allâme-i cihan zannettiği, sapla samanın karıştığı böyle bir ortamda sarraf misâli elimizde saf altınla bakırı birbirinden ayıran bir mihenk taşımız yoksa doğru ile yanlışı birbirinden tefrik etmek oldukça zor olacaktır. Bazen öyle bir malûmat duyuyoruz ki ne kadar donanımlı olursak olalım, duyduğumuz bilginin yabancısı isek onu aktarana olan güvenimiz dolayısıyla kabûl ya da reddediyoruz. Uzmanlık sahamıza girmeyen o bilgiyi araştırıp doğruya ulaşmak birçoğumuz için zor bazen de muhâl olabiliyor.
Müslüman olan herkesin hatta ateistlerin bile kendini din alimi zannetmesinden dolayı, maalesef bu bilgi kirliliği dini konularda çok daha yoğun yaşanmakta. Nitekim bazen bir hadis inkârcısını dinlerken hadise dair okumalarımız ne kadar çok olsa da anlatanın da âlimu’l-lisan olması sebebiyle hayretler içinde kalıyoruz. Öyle ifadeler ile hadîsi anlatıyor ve karükatürize ediyor ki her ne kadar hadis sahîh olsa da muhâtaba inkârdan başka bir yol bırakmıyor. Günümüzde sık sık karşılaştığımız böyle bir durum karşısında nasıl bir tavır takınmak gerekir. Elbette kudemâmızın izinden giderek Kur’ân-ı Hakîm, Buhârî ve Müslim’i kırmızı çizgi olarak kabul etmek en güvenli yol olacaktır. Ümmetin icma ettiği bu hakîkat bir cemiyetin tamamına yakınının doğru bir bilgiye ulaşmasının neredeyse imkânsız hâle geldiği bir zamanda çok önem arzetmektedir. Eğer Kur’ân-ı Hakîm’in dahi tartışma konusu yapıldığı böyle bir dönemde cemiyetin çoğunu oluşturan avâm tabakasının kırmızı çizgilerini muhâfaza edemezseniz muhtemel bir erozyonda çok toprak kaybeder hatta bastığınız zemini bile kaybedebilirsiniz.
Nereye Kadar İnkâr
Foyaları ortaya çıkacağından korktukları için direk Kur’ân-ı Kerîm’i hedef almaya cesaret edemeyenlerin Buhârî ve Müslim ile hesaplaştıkları mâlûm. Bu yazımızda da akla aykırı olduğunu iddia ettikleri muttefekun aleyh olan bir hadisi konuşmak istiyoruz.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَهُ. يَعْنِي لَوْلَا بَنُو إِسْرَائِيلَ لَمْ يَخْنَزِ اللَّحْمُ وَلَوْلَا حَوَّاءُ لَمْ تَخُنْ أُنْثَى زَوْجَهَا .
Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği hadiste Allah Rasûlü r“İsrailoğulları olmasaydı et kokmaz; Havva olmasaydı da kadınlar kocalarına ihanet etmezlerdi.” buyurmuştur.[1]
Bu hadis sadece Buhârî ve Müslim değil birçok muhaddis tarafından da rivâyet edilmiştir. Hadisin sıhhati ile alâkalı ulemânın icmâsı olmakla birlikte farklı mülâhazalar ortaya konulmuştur. Bunlardan bazılarını burada aktarıp son olarak da muasır bazı yorumları nazara vermeye çalışacağız.
Bu hadiste iki husûsun olduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi etin kokması ikincisi ise kadının kocasına ihaneti mes’elesidir. İki mes’eleyi de değerlendirmeye çalışacağız.
Et Neden Bozulur?
Hadisin ilk kısmı etin kokması ile alâkalıdır. Bu kısımla alâkalı bazı mülâhazalar şu şekildedir:
Hz. Mûsa Beni İsraille Kızıldenizi geçtiklerinde çölde yiyecekleri tükendi. Allah Azze ve Celle onlara çölün ortasında bıldırcın ve kudret helvası ikram etti.
Katâde der ki: “İsrailoğullarına her gün fecirden güneşin doğuşuna kadar tıpkı kar yağması gibi kudret helvası ve bıldırcın eti yağardı. Onlar da o gün kendilerine yetecek kadar alırlardı. Fakat sadece Cuma Günü Cumartesi’nin hakkını da alırlardı. Bundan fazlasına tamah etmeleri onlara yasaklanmasına rağmen denilenin tersini yapıp onu biriktirmeye başladılar. Bunu yapınca ellerindekiler bozulmaya başladı. Hadis bu hakikate işaret etmiştir.”[2]Kurtûbi de aynı mânâyı Müfhim adlı eserinde zikretmiştir.[3]
Vehb b. Münebbih der ki: “Bazı kitaplarda Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğuna şâhid oldum: “Eğer ölenin çürümesine hükmetmeseydim ailesi onu evde bekletir, yemeğe de bozulmayı takdir etmeseydim zenginler onu fakirlerden gizlerlerdi.”[4]
Irâkî ise; İsrailoğullarından önce biriktirme adeti olmadığı için bozulmanın sadece bilkuvve olduğunu fakat onların biriktirmeyi ihdas etmesiyle ilk defa bozulmanın bilfiil ortaya çıkmış olabileceği ihtimali üzerinde durur.[5]
Hadiste geçen خ-ن-ز lafzının yaygın kullanımı mutlak mânâda bozulmak, kokuşmak olsa da bir başka mânâsı da depolama ve biriktirme mânâsındadır.[6] Dolayısıyla biriktirilip depolamak ise kokuşmadan kinayedir.[7] O hâlde hadisin mânâsının “Beni İsrail olmasaydı etler biriktirilmeyecekti ve buna bağlı olarak da bozulmayacaktı.” şeklinde olmasına engel bir durum söz konusu olmayacaktır. Aynı zamanda Allah Teâlâ Kur’ân-ı Hakîm’de İsrailoğulları’na gökten bıldırcın eti ve kudret helvasını indirdiğini haber veriyor. Allah Rasûlü Aleyhisselam’ın gökten indirilen bu etin kokmayacağına vurgu yapmış olması da muhtemeldir. Bu yiyeceklerin gökten indirilmesine şaşırmayıp bunların bozulmadan kalmasına şaşırmak hadislere karşı takınılan hastalıklı tutumu göstermesi açısından da calib-i dikkattir.
Muasır Bir İtiraz
Mezkûr hadisin geçtiği kaynaklarda ve bunlara dair yazılan şerhlerde genel olarak benzer ifadeler yer alırken bunlardan çok farklı bir yorumu da nazarlara vermek istiyoruz. Zira bu yorumu sadece Ebû Hureyre’ye y ağır hakaretlerde bulunan Ebu Reyye ve Salih Ebubekir gibilerinde görüyoruz. Ülkemizde bu tür isimlerin çalışmalarını takdirle karşılayan Prof. Hayri Kırbaşoğlu da aynı düşünceleri paylaşmaktadır. Yorum şu şekildedir:
Bu ve benzeri hadisler Rasûlüllah’a iftiradır. Delili ise şudur: Etin kokuşmasının sebebi nasıl olur da İsrailoğulları olabilir. Tabiat aynı tabiat! Ne onlardan önce ne de onlardan sonra değişmemiştir. Canlılığı sona eren her canlı mutlaka kokuşur, yaratılmadan önce toprak (mineraller) olduğu gibi yine toprağa dönüşür. Bunun delili de şudur ki, Allah insana (Habil) kardeşinin cesedini hayatta olanlara kokusu ile eziyet vermemesi için nasıl gizleyeceğini öğretmek için bir karga gönderir, karga yeri kazar ve ölü bir kargayı toprağa gömer. Bunun anlamı şudur ki, insan olsun hayvan olsun, haşerat olsun, ölünce kokuşurlar; canlıların etlerinin kokuşmaksızın kalması nasıl mümkün olabilir? Et ile ilgili Sünnetullah’ın değişmesine ve kokuşmasına sadece İsrailoğullarının sebep olması sözkonusu olabilir mi? Bunun yanında bu hadis hangi gerekçeyle Hz. Peygamber’e nisbet edilmektedir? Bunun sebebi belli değilse -özellikle de Allah İsrailoğulları ile ilgili herşeyi anlatmış olduğu hâlde, belli değilse- onların kıssaları içinde yer almayan bu bilgileri, rivâyetleri o nereden öğrenmiştir? Bu gibi hadislerin İsrailli Yahudilerin bir sokuşturması olduğu açıktır.[8]
Ulemâyı İslâm Cahil miydi?
Bu yorumla alâkalı çok şey söylemek mümkün olmakla beraber birkaç noktaya temas etmeyi yeterli görmekteyiz.
Birincisi, bu tür tenkitlerin tamamında ulemâyı bir aşağılama söz konusudur. Çünkü bu insanlar muhataplarına güven telkin edebilmek için sözlerine “bu hadisin Allah Rasûlü’ne iftira olduğu çok açıktır” diyerek başlamaktadırlar. Kırbaşoğlu da “Mevzû (uydurma) olduğu kabûl edilen bu Buhârî hadislerinin gerçekten problemli olduğunu görmek için aslında alim olmak bile gerekmeyebilir.”[9]diyerek başlıyor sözlerine Buhârî’yi eleştirirken. Hadisin zihinlerdeki kıymetini düşürmeye mâtûf bu ifade şunu söylemektedir: “Bu kadar açık bir iftirayı hiçbir hadis imamı göremedi çünkü onların işi gücü sened ezberleyip metinlere iltifat etmemekti.” Bu, ulemâyı İslâm’a ne kadar büyük bir iftiradır. Bu adamların mevzûat literatürümüzden de mi haberleri yok? İbn Cevzi’nin el-Mevzûat ya da İbn Arrak’ın Tenzîhü’ş-Şeria adlı eserlerini açıp baksalar birçok metin tenkidi örnekleri bulacaklardır.
Sadece Hadisler midir Akla Aykırı Olan?
İkincisi, yazarın hadisi akla aykırı olduğu için reddetmesine gerekçe olarak gösterdiği ayet Mâide sûresi 31. ayettir. Ayet bir karganın öldürdüğü bir kargayı defnetmesini böylelikle Kabil’e Habil’in cesedinden nasıl kurtulacağını öğretiyor. İlginçtir! Yazar akla aykırı olduğunu iddia ettiği hadisi yine akla aykırı olan ayetle reddediyor.
Üçüncüsü, Sünnetullah’ın değişmesinin İsrailoğullarına bağlı olmayacağını iddia eden yazar Allah’ın Kızıldeniz’i kimin için yardığını[10] düşünüyor acaba? Ya da üzerinde konuştuğumuz hadis ile de alâkalı olan bıldırcın eti ve kudret helvasını gökten[11] kim için indirmişti? O hâlde bir yiyeceğin gökten indirilmesi mümkün oluyor da kokuşmadan durması neden mümkün olmasın? Allah Teâlâ ayette, yüz sene geçmesine rağmen yiyecek ve içeceğin bozulmadığından bahsetmiyor mu?[12]Bütün bunlar Sünnetullah’a ters değil mi? Ya da akla ters durumlar Kur’ân’da olursa makbûl, sünnette olursa makbûl olmaz şeklinde bir genel kural mı var? Yine yazar Allah’ın İsrailoğullarına dâir Kur’ân’da herşeyi anlattığını neye dayanarak söylüyor? Buna dair elinde bir Kur’ân ayeti mi mevcûttur?
Dördüncüsü ise bu rivâyeti Buhârî’ye sokuşturanın İsrailli bir Yahudi olduğunu iddia eden yazar acaba bir Yahudi’nin kendi milletini yeren bir rivâyeti neden uydurduğunu hiç sormaz mı? Rivâyet Yahudilerin ne kadar aç gözlü ve dünyaya tamah eden karakterlerinin olduğunu izhar ederken bunu bir Yahudi’nin uydurduğunu söylemek safdillik olmaz mı?
Sorular uzar gider. Elbette Buhârî ve Müslim de bir insandır ve onları eleştiren ilim çevreleri olmuştur. Ama muhâtabı avâm olan birisinin bu iki büyük imamı eleştirmesi bu dinin altını oymak anlamındadır.
Havva Olmasaydı Kadınlar Kocasına İhanet Etmezdi
Hadisin ikinci kısmında ise “Havva olmasaydı kadınlar kocasına ihanet etmezdi” ifadesi yer almaktadır.
Hadis şârihleri burada şöyle yorumlar yapmaktadırlar:
Bu hadis Havva validemizin cennette iken Âdem’i yasak meyveden yemesi için teşvik ettiğine işaret etmektedir. Bu sebeple Âdem’in yanlışına sebep olmuştur. Bu bir anlamda sonraki kadınlara tevarüs etmiştir. Burada kullanılan ihanet kelimesi ise ulemânın ittifakı ile bir kadının kocasının namûsunu zayi etmesi anlamındaki ihanet değildir. Zira bunu Kur’ân-ı Hakîm Nûh ve Lût peygamberlerin hanımları için bile kullanmıyor. Nasıl olur da Havva validemiz için düşünmek caiz olsun.[13]
Hadisin bu ikinci kısmına itiraz edenler genel olarak şunları söylüyorlar:
Birincisi, Havva hiçbir zaman kocasına ihanet etmemiştir. Bilakis O, daima kocası ile itaatkâr bir kul olmuş; sadece bir defa cennette kocası ile bir günah işlemiştir. Yoksa denildiği gibi Âdem’i etkileyip onu (yasak) ağaçtan yemeye teşvik etmiş değildir.
İkincisi, kadınların kocalarına ihanetleri, Havva’nın ömrü boyunca Âdem’e yapmadığı türden bir şeydir.
Üçüncüsü ise, Allah Rasûlü’nün ﷺ Havva’yı ilk ihanetle ve bütün hain kadınlara bu hainliğiyle öncülük etmekle nitelendirdiği, ona nasıl nisbet ediliyor hayret doğrusu! Hâlbuki o bu sûretle Havva’ya Nûh ve Lût’un hanımlarından daha düşük ve aşağı bir dereceyi layık görmüş olmaktadır.[14]
İhanet Ne Demektir?
Bu itirazlara şu şekilde cevap verilebilir:
Birincisi, yukarıda da belirttiğimiz gibi ulemânın ittifakı ile buradaki ihanet namus ya da akideye taalluk eden bir ihanet değildir. Kur’ân’da da çok defa kâfirler için kullanılan sapıklık mânâsındaki (ضلال) kelimesini[15] çocuklarının babaları Yakup için kullandığını görüyoruz.[16] Demek ki kâfirler için sapıklık olarak kullandığımız kelime aynı zamanda yanlış yapmak mânâsında da kullanılabilmektedir. İhanet kelimesi de bir kadın için kocasının namûsunu hiçe saymak anlamında kullanılabileceği gibi hadiste de gördüğümüz üzere kocasına karşı hata yapmak anlamında da kullanılabilmektedir. İbn Cevzi’de bu hıyâneti kocasına nasihati terk etmesi olarak değerlendirmiştir.[17] Bazıları da buradan hareketle “kardeşinin yanlış yaptığını görüp ona nasihat etmeyen kardeşine ihanet etmiştir.” der.[18]
İkincisi, Havva vâlidemizin Âdem’i meyveyi yeme husûsunda teşvik etmediğini söylemek için elimizde bir delil olmak zorundadır. Biz biliyoruz ki Şeytan ikisine de vesvese verdi.[19] Bu demek değildir ki her ikisine de aynı anda vesvese vermiştir. Eğer sünnetin Kur’ân’ın mücmelini tafsil etme görevi varsa bu hadis bu vesvesenin keyfiyetini açıklamaktadır diyebiliriz. Nitekim Kadı İyaz ve İbn Hacer gibi alimler de buna vurgu yapmışlardır.[20] Bunu, ehli kitabın da savunduğunu söyleyerek reddetmek onların da bizimde ortak doğrularımızın olmadığını iddia etmek demek olacaktır ki bu mantıklı bir yaklaşım olmayacaktır. Son olarak “Havva’nın hatası bütün kadınlara nasıl miras olarak geçmiştir.” şeklinde yapılacak bir itiraza ise şöyle cevap verebiliriz: Havva’nın ihanetini kocasına yanlış yaptırma ya da yanlıştan dönmesi için nasihati terk etmesi olarak yorumlamıştık. Bu iki özelliği genel olarak kadınlarda görmemiz mümkündür ve burada kesinlikle kadınları aşağılamak söz konusu değildir. Bilakis bir peygamber eşi dahi hata yapıyor ve Allah ﷻtarafından affa mazhar oluyorsa herhangi bir kadının da bu tür bir hata yapması kaçınılmazdır ve mâzûr görülmelidir.
Mezkûr hadis ile alâkalı kısaca ulemânın yorumlarını ve muasır bazı itirazlara cevap sadedinde açıklamaları nazara vermeye çalıştık. İtirazların tamamının, içinde yaşadığımız şu çağa ait olduğunu vurgulamak durumundayım. İslâmi ilimlerin zirveleri yaşadığı dönemlerde hadise dair tek bir itiraz bulunmazken şu modern çağda elifi görse mertek zannedecek olanların Buhârî ve Müslim hadisinin Allah Rasûlü’ne ﷺ iftira olduğunu söylemesi iman, iz’an ve vicdan sahibi her Müslümanın tekrar tekrar düşünmesi gereken önemli bir husustur.
Tarihi Bir Vesika
Bütün bunların yanında bu hadisin tarihi bir vesika olma özelliği olan bir sahifede bulunması da hadisten şüphe edilemeyeceğinin bir başka delilidir. Şöyle ki: Sahifeyi Sahîha dediğimiz Ebû Hureyre’nin y talebesi Hemmam b. Münebbih’e[21] yazdırdığı bu belge günümüze ulaşan ilk yazılı hadis metinlerindendir. Hemmâm’dan Ma‘mer b. Râşid’in, ondan talebesi Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin, ondan da Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Müslim (r.aleyhim) gibi muhaddislerin rivâyet ettikleri bu mecmûada farklı konularda139 (veya 138 yahut 136) hadis bulunmaktadır.[22] Muhammed Hamîdullah, Sahîfe-i Hemmâm’ı, Buhârî ve Müslim’in eserleri ile karşılaştırarak, aralarındaki onca zaman farkı ve râvi zincirine rağmen hadislerden hiçbirisinin tek kelimesinin dahi değişmeden bize kadar ulaştığını ifade eder ve der ki: “Hicretin birinci asrının ortalarında meydana çıkan bu koleksiyon, tarihi değeri bakımından kıymetli bir vesika teşkil etmektedir. Hz. Peygamber’in hadislerinin, onun ölümünden iki veya üç yüz sene sonra yazılmaya başlandığını iddia eden kimseler vardır ve bu tahmine istinaden, İbn Hanbel, Buhârî, Müslim ve Tirmizî (r.aleyhim) gibi şahsiyetleri sahtekârlıkla itham etmekte tereddüt göstermezler. Bunlar, delillerini daha ziyade Hz. Peygamber ﷺ veya ashâbı (r.anhum) zamanında yazılı hadislerin bulunmadığı tahmini üzerine dayamışlardır. Dikkatle mukâyese ve mukâbele edildiği zaman, İbn Hanbel, Buhâri, Müslim (r.aleyhim) gibi daha sonraki müellifler, Peygamberin hadislerinin umûmi mânâsı şöyle dursun, bir kelimesini ve hatta bir harfini bile değiştirmemişlerdir. Hemmâm’ın Sahîfe’sinde yer alan her hadis, yalnız Ebû Hureyre’nin y rivâyeti olarak altı sahîh kitapta kelimesi kelimesine bulunmakla kalmamış, aynı zamanda Peygamberin bu sözlerinden herbiri, mânâ itibariyle diğer Sahâbilerden de rivâyet edilmiştir; bu sûretle onların, Hz. Peygambere isnadlarının ne hayali ve ne de asılsız olmadıklarına mükemmel bir delil teşkil etmişlerdir.”[23]
Üzerinde konuştuğumuz hadisin şöyle bir durumu daha var. Bu hadisi Ebû Hureyre’den ﷺ sadece talebesi Hemmâm değil diğer bir talebesi büyük hadis imamı Muhammed b. Sîrîn’de rivâyet etmiştir. O hâlde akli birtakım gerekçelere istinad ederek bu kadar önemli bir tarihi vesîkayı reddetmek aklına uymadığı için Kur’ân-ı Hakîm’i reddeden oryantalistlerin ameliyesidir. Müslüman ise onlardan farklı olarak Allah ﷻ ve Rasûlü’ne ﷺ evvela iman ve iz’an gözüyle bakar.
[1]–Buhârî, Hadis No: 3330; Müslim H. NO: 1470; Ahmed, Müsned, H. NO: 8032, İbn Hibban H. NO:4169; Hakim, Müstedrek, H. NO: 7341; Bezzar, Müsned, H.NO: 9499.
[2]– Aynî, Umdetü’l-Kârî, Naşir es-Sahhâr, 2012 Mısır, 14, 319; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-Mârife, 1379, Beyrût, 6, 367. İbn Ebi Hâtim, Tefsîru İbn Ebî Hâtim, Mektebetu Mustafa el-Bâz, 1419, 1, 115.
[3]–Kurtûbî, el-Müfhim, Dâru İbn Kesîr, 1996, Beyrût, 4, 223.
[4]-Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, es-Saade, 4, 37.
[5]-Zeynuddin el-Irakî, Tarhu’t-Tesrîb fî şerhi’t-Takrîb, Dâru’l-Fikr, 7, 65.
[6]– Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitâbu’l-‘Ayn, Mektebetü Lübnân Naşirûn, Beyrut, 2004, 227.
[7]– Ragıb el-İsfahânî, el-Müfredât, Dâru’l-Marife, Beyrut, 2005, 153.
[8]-M. Hayri KIRBAŞOĞLU, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara Okulu, 2015, 278.
[9]-KIRBAŞOĞLU, İslâm Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, 276.
[10]-Bakara, 2/50.
[11]-Bakara, 2//57.
[12]-Bakara, 2/259.
[13]-Kurtubî, el-Müfhim, 4, 223; Ayni, Umdetü’l-Kârî, 14, 319; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 6, 367; Irakî, Tarhu’t-Tesrîb, 7, 65.
[14]-KIRBAŞOĞLU, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, 278.
[15]-Nisa/116; İbrahim/ 3; Meryem/38; Zümer/22.
[16]-Yusuf, 12/30.
[17]-İbn Cevzi, Keşfü’l-Müşkil min hadisi’s-sahihayn, Dâru’l-Vatan, 1997, Riyad, 995.
[18]-Ebû Muzzaffer ez-Zühli eş-Şeybanî, el-İfsah an meâni’s-sıhah, Dâru’l-Vatan, 1417, 7, 230.
[19]-Araf, 7/20.
[20]– Kadı ıyaz, İkmalu’l-Mu’lim, Dâru’l-Vefa, Mısır, 1998, 4, 682; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 6,368.
[21]-Hemmām b. Münebbih (ö.132), muksirundan olan Ebū Hureyra (r.anh)’nın en önemli talebelerinden birisidir. Kaynakların güvenilirliği husûsunda ittifak ettiği bir muhaddis olan Hemmâm’ın naklettiği rivâyetler, Aḥmed b. Ḥanbel’in Müsned’inde, Buhârî, Müslim ve sünen adlı eserlerde mevcûttur. Bize kadar ulaşan ilk yazılı hadis vesikası olan Sahîfeyi Sahîha ya da bir başka adıyla Sahfeyi Hemmam, Hemmâm b. Münebbih’in hocası Ebû Hureyra’dan y yazmış olduğu 138 hadisi ihtiva etmektedir.
[22]-Kemal Sandıkçı, Hemmam B. Münebbih, TDV, 17, 189.
[23]-Muhammed Hamidullah, Hemmam b. Münebbih’in Sahifesi, (Çev: Talat KOÇYİĞİT), Ankara Üniversitesi Basımevi, 1967, 50.