ÎMÂN VE HAREKETE VURULAN
İKİ KELEPÇE: SİNEMA VE FUTBOL
Îmân, fikir ve amelde sentezi reddeden İslâm, târih boyunca ideolojilerle mücâdele etmiştir. Her dönemde risâlet, münkir siyâsete galip olmasına rağmen insan Allah’ın ﷻ nizâm sarayı mesâbesinde olan İslâm’ı sentezle ifsat etme marazından geri durmamıştır. İnsan, sentezde başarısız olunca ona alternatif sistemler inşâ ederek ifsat faaliyetlerini daha farklı tasavvurlar üzerine bina etmiştir. “Tanrı insanı yarattı ve onu kendi haline bıraktı.” şeklindeki bir tasavvur ile O’nun ﷻ mülkünde O’na ﷻ rağmen tasarrufta bulunmuştur. Bu tasavvur üzerine ibtinâ eden sistemlerde zulmün her çeşidini görmek mümkündür. Emperyalistler yüzyıllar boyu kölelik sistemi ile insanlığı sömürdü. Onyedinci Yüzyıldan îtibaren yeni koloniler kurarak buradan te’min ettikleri hammaddeyi sanayide işleyip tekrar sömürgelerine sattılar. Ticaret kisvesi altında zulmü meşrûlaştırma yoluna gittiler. Sömürdükleri insanların îmânını kilise eliyle ekmek ve su dağıtarak çaldılar. Emperyalizm, Ondokuzuncu Yüzyıldan îtibaren daha az insan gücüyle sömürüyü devam ettirmenin arayışına girdi. Farklı usûllere başvurup kitlelere yön vermeliydi. Öyle bir yöntem bulmalıydı ki; bu hem insanlar nazarında kabul görmeli, hemde ekonomik getiri sağlamalıydı. Ayrıca onunla kültür de ihraç etmeliydi. Batı bu süreçte gazete, sinema ve televizyonu keşfetti. Medyayı bu amaç için kullandı. Bunlar o derece müessir oldu ki, Müslüman, dînini, kültürünü, tarihini onların yayınlarından öğrenir hâle geldi. Gençliğimiz onların ürettiği kültür ajanlarını elli binlik stadlarda ki konserlerinde ayakta alkışladı. Algılarımız değişti. Bize göre menfur olanı onlar sevdi diye sever olduk. Milletimiz katiline aşık olan kimse gibi, kendisini helâke sürükleyen bu sisteme büyük bir hayranlık duydu. Emperyalizm, kitleleri yönlendirmede bacasız sanayinin vazgeçilmezi olan meşin yuvarlak da kullandı. Milyonlarca insanı stadyumlarda toplayıp sistemine entegre etti. Futbolla dîni, dili, ırkı, coğrafyası müşterek olan insanları birbirine düşman etti. 40 kişinin yaşamını yitirdiği yüzlercesinin yaralandığı 1967 yılındaki Sivas-Kayseri karşılaşması insanımızın algısına yapılan esaslı müdâhalenin vehâmetini ortaya koyan müşahhas bir örnektir. Stadyumları elli bin kişilik devasa beşik olarak niteleyen İspanya’nın Diktatör Kralı Franco’nun futbolla alâkalı şu ifadesi onun insanlar üzerindeki korkunç te’sirini beyan eder niteliktedir: “Ekonomi bu kadar kötü gitmesine rağmen hiçbir isyanla karşılaşmamış olmamın sebebi insanları elli binlik beşiklerde sallayıp uyutmayı başarabilmemdir.” Emperyalizma futbol ve sinema ile zihinlere öyle müdâhalede bulundu ki zaman zaman futbolu, ülkelerin başına idareci tayin etmede araç olarak kullandı. İstediği insanı iktidâra taşıdı, siyâsi ömrünü uzattı. Ülkesini dünyaya rezil eden siyasetçi olarak bilinen İtalya’nın istifa eden başbakanı ülkesinin başına geçmeden önce dünyaca ünlü bir futbol kulübünün başkanıydı. Nereden nereye…
Riyazi eğitimi ibadet kabûl eden bir medeniyetin evlatları spor yapacakları yeni alanların inşasını beklerken bugün Anadolu’da Franco’nunda ifade ettiği gibi devasa beşikler inşa ediliyor ve içindeyiz. Lat, Menat, Uzza gibi el yapımı ilahları kullanarak kitlelere yön verenler, bugün aynı şeyi kültür, sanat ve spor adı altında icra etmektedirler. Kapalı kapılar ardında kurguladıkları bir senaryoyla maalesef milyonlarca gencin beyinlerine müdâhale ettiklerine ve algılarıyla oynayarak dini duygularını tahrip ettiklerine tanıklık etmekteyiz. Bu mânâyı Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl ne güzel ifade ediyor. “Meşin top etrafındaki büyük aksiyonu düşündükçe aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Meşin top önünde bütün rûhi kıymetler artık birer leblebi tanesi kadar küçülmüştür.”
Bugün ülkemizde Müslümanlar sinema ve futboldan aldığı vecdi Allah’ın ﷻ insanlık için hidâyet kaynağı olarak ihtiyar ettiği İslâm’dan almış olsalardı asırlardır hasretini çektiğimiz asr-ı saadet günlerine olan özlemimiz sona ererdi. O zaman gençliğimizin ideolü dizi karakterleri ya da futbolcular değil ömrünü İslam Dâvâsı’na adayan Allah Rasûlü’nün ﷺ genç talebeleri Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud, Mus’ab b. Umeyr (radıyallahu anhum) olurdu. İnsanımız Anadolu’da reyting rekorları kıran ve İngiliz pırlanta şirketinin finanse ettiği “Muhteşem Yüzyıl” adlı diziyi izlemek şöyle dursun onu mel’un olarak nitelerdi. Bilâd-ı İslâm’da ehl-i îmân açlıktan bir lokma ekmek bulamazken Müslüman bir devlet başkanı bir İngiliz futbolcuya 20 milyon pound teklif etmezdi. Fransa Cezayir’de yaptığı soykırımı bugün Mali’de yapmaya kalkışamazdı. Ümmet, Suriye’de zalimlerin bombaları altında küçücük bedenleri parçalanan yavrular için kurtuluş çaresini Birleşmiş Milletler’in koridorlarında aramazdı. Boynuna kement takılarak Mekke sokaklarında süründürülen Bilâl’i zulmün esaretinden kurtaran Hz. Ebû Bekir gibi gençliği emperyalizmin kıskacından kurtaracak, cahiliyenin yasalarına baş kaldırıp rûhunu Lat ve Menat’ın boyunduruğundan azat eden Ammar b. Yasir gibi modern zamanda kalbine ve aklına vurulan kelepçeleri kıracak gençliği bekliyoruz.