İlim ve irfan sütunları yıkılmış, mes’uliyet duyguları elinden alınmış bir hâlde dünyanın dağılmasını bekleyen âcizler gibiyiz. Âdeta bir enkaz üzerinde yaşıyoruz. Günahlara dalmışız fakat ya tevbeye yüzümüz kalmadığından ya da tenezzül etmediğimizden ahlâk krizleri yaşıyoruz. Dünya ise meş’um ve sonu cehennem olan bir yola girmiş, önünü alacak, dur diyecek babayiğitlerini kaybetmiş, ihtiyarlığın vermiş olduğu bitkinlik ve yorulmuşluk hâliyle başına gelecekleri beklemekte. İnsanlık utanma duygusunu kaybetmiş, ar perdesi yırtılmış, ruhlarındaki hakîki sûret ortaya çıkmış. Dünya ise lisân-ı haliyle “Bu kadar arsız üzerimde yaşarken benim bunları taşıyacak tahammül gücüm kalmadı.” diyerek sanki kıyametini bekliyor.
Ahlâk ve Nizam
Allah Azze ve Celle’ye îmânımızın bizde ortaya çıkardığı en muazzam karakter ahlâktır. Çünkü ahlâk dîn-i mübinin insanlığa ikramıdır. Hatta bâtıl bile olsa her dînin kendine göre bir ahlâk kuralları vardır. Büyük Doğu Mimarı’nın dediği gibi; “cemiyette, umûmi ve ameli bir îmân ve amel mevzû olmak bakımından kendilerini din yerinde gören felsefi mezhepleri, sadece dâvâları yüzünden ve bâtıl tarafından mücerreddin kadrosuna alacak olursak, ahlâkın kaynağını esasta bire irca edebiliriz. O da dindir.” Fakat bu kurallar, tekâmülünü İslâm’la sağlamışlardır. Bu denli kıymeti hâiz bir dâvâ yitirildiğinde elbette cemiyetin de hüsrana uğraması kaçınılmaz olur.
Akif bunu şu şekilde ifade eder: Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli, Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli, Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız… Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız. Ahlâksızlık, nizamsızlığa sebebiyet verdiğinden şu anda insanlığı toptan felâkete sürükleyen bir nizamsızlığı müşâhade ediyoruz. Ahlâksızlığa dur diyemediğimiz için de nizamsızlığa râzı olduk. Her şeye isyan kabiliyetimiz var. Başta Allah ﷻ ve Rasûlü’ne ﷺ evde ebeveyne, okulda hocalarımıza isyan edecek kadar cüretkârız. Fakat ahlâksızlığa, nizamsızlığa, İslâm’ın reddettiği ideolojilere karşı süt dökmüş kedi gibiyiz.
İnsanlığı Kurtaracak Olanlar Âlim-i Rabbaniler’dir
Ahlâksızlığın baş müsebbibi gençlik olduğu gibi bu gidişâta dur diyebilecek, tepetaklak olmuş nizâmı tekrar ayağa kaldıracak olan da yine gençliğimizdir. Fakat genleriyle oynan bir gençlik bunu başaramaz. İz’an, vicdan ve akıl genlerimizle oynadılar. Bizi devre dışı bırakmak için elimize her türlü oyuncağı verdiler. Gençliği yetiştirip onu dînine ve vatanına meftun hâle getirecek olanlar da annelerdir. Çünkü genleri bozulan gençleri o anneler tekrar ümmete kazandıracaklardır. Bizim annelerimizi de elimizden aldılar. Evlerimizdeki dizilerle aldılar. Burnunu göstermekten hayâ eden Anadolu Kadınları’nın kaza namazı ya da teheccüd çetelesinin yerini evlerinde televizyon karşısında dizi çeteleleri tutan anneler aldı. Sadece gençliğin değil annelerin genleri de gitti. Cemiyete ufuk tâyin eden hocalarımızda yok artık. Eskiden Âlim-i Rabbani’ler konuştuğu zaman iradesiz gürûhlara dâhi bu öğütler şifa olurdu. Mukaddes dâvâmız uğruna can ve cânandan geçmesini bilen, her ne kadar gevşekte olsa dîn-i mübin söz konusu olduğu zaman asla iradesinde bir gevşeklik göstermeyen, Allah Rasûlü ﷺ için canını seve seve veren gönüllü erler çıkardı meydana. Şimdi öğüt ve nasihat vermek bir yana “Kur’ân’da hata vardır, çıkarılması gereken ve bugün anlayamayacağımız ayetler mevcûttur.” şeklindeki yorumları ile birbiri ile yarışan sözüm ona perefeler peydah oldu.
Modern Ebû Cehiller
En vâhimi de bu olsa gerek. Zîra gençliği de onları yetiştiren ebeveynleri de şahsiyetsiz insanların oyunduruğundan nebevi nefha ile kurtaracak olanlar hocalarımızdır. Bunu bildikleri için hocalarımızı elimizden alıp onun yerine en mukaddes dâvâ olan İslâm’ı basamak yapıp yukarılarda “sahtekârlık tahtları” kuran ve kendini dinleyenleri akılsızlaştıran ve ahlâksızlaştıran din bezirgânları peyda oldu. Dışarıdaki ve kendindeki ahlâksızlığı kapatmak için peçe ve çarşaf aleyhine risaleler yazan ahlâk yobazlarından, namaz vakitlerinin üç vakit olmasını savunan Allah korkusu sıfıra müncer tahsilli mecnunlara kadar nice haysiyetten mahrum insanlar zuhur etti.
Kur’ân, bu asra konuşamaz. Dolayısıyla bir kısım ayetleri modern çağda anlayamayız diyen modern Ebû Cehiller türedi. Zannediyorum ki bu tür adamları üzerinde taşıdığı için kendisinden utanan, kahrolan ve kıyametin gelmesini en fazla bekleyen dünyadır. Hakim’in Müstedrek adlı hadis eserinde şöyle bir hâdiseye rastladım. Allah Rasûlü ﷺ bu modern EbûCehiller’i şu şekilde haber veriyor. “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşû, son kaybedeceğiniz şey ise namazdır. İslâm kulplarının teker teker bozulacağı bir zaman mutlaka gelecektir. Kadınlar, hayızlı oldukları hâlde namaz kılacaklar. Sizden öncekilerin yolunu adım adım takip edeceksiniz. Siz onların yolunda hata görmeyeceksiniz, onlar da sizi hatalı görmeyecek. Tâ ki bir çok fırkadan iki tanesi kalacak. Bu fırkalardan birisi “Beş vakit namaz da ne oluyor? Bizden öncekiler doğru yoldan sapmış kimselerdi; Allah sadece “Gündüzün iki ucunda ve gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl”[1] buyurmaktadır. Üç vakitten başka namaz yoktur” diyecek; diğeri, “ Mü’minlerin imânı, meleklerin imânı gibidir. Bizim içimizde ne kâfir, ne de münâfık vardır. Allah, bu taifelerin ikisini de Deccal ile birlikte haşredecektir.”[2]
[1] Hûd, 11/114.
[2] Hakim, El- Müstedrek, Hadis No: 8448.