Her zamanki gibi akşam eve döndüm haberlere bakıp dersin başına oturacaktım. Manşette eski ismi Boğaziçi olan köprünün jandarma tarafından kapatıldığını gördüm. Bomba ihbarı mı var acaba demeye kalmadan Başbakan’ın “Bu bir kalkışmadır. En ağır şekilde hesabı sorulacaktır.” açıklaması yansıdı ekranalara. Daha sonra Cumhûrun Reisi milleti sokaklara dâvet etti ve netice îtibari ile Cumhur darbeyi yapanlara darbe yaptı. Anadolu, büyük bir tehlikenin eşiğinden döndü. Anadolu’nun kıymetini Malazgirt’ten îtibaren ilmek ilmek yüreğine işleyen Anadolu evlatları, bu cennet vatanı bağilerin elinden adeta tereyağından kıl çeker gibi çekti aldı. Meydanları terk etmedi, ibadetlerini orada yaptı. Evrad ve ezkârı dilinden düşürmedi. Çünkü bu kahramanlar, dil müstakim olmadıkça kalb, kalb müstakim olmadıkça imanda istikâmet sahibi olunamayacağını dolayısıyla iman sahibi olmadan da vatanın muhâfaza edilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Gece adeta cihat meydanında gündüz ise ilim meydanında mesai gözetmeksizin cihada devam eden ilim talebeleri bunun en büyük şahididir. Bu manzaraya tanık olunca aklıma Said b. Haris t geldi.
Bir Müslümanın Hikayesi
Hişam b. Yahya el-Kenani Rafi’ b. Abdullah’a: “Sana gözlerimle görüp de bizzat şahit olduğum bir olayı anlatayım mı?” deyince o da bunun üzerine anlat dedi. Hişam:
Biz Rumlarla savaşırken nöbet usûlü ile işlerimizi hâlleden, yemeklerimizi yapan bir gruptuk. Bizle beraber Said b. Haris t adında geceleri kâim, gündüzleri sâim, âbid birisi vardı. Çok ibadete düşkün olduğundan dolayı onun işlerini biraz hafifletmek isterdik. Fakat o bunu kabul etmez, verilen görevi hakkıyla ve bütün gayretiyle yerine getirmeye çalışırdı. Bir gece nöbet ikimize rastladı. O zaman Rum kalelerinden birisini kuşatmıştık ve zor durumdaydık. O gece Said, büyük bir sabır ve tevekkül içerisinde ibadet ediyordu. Sabaha kadar uyumayınca, “Biraz dinlen. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Allah Rasûlü ﷺ ‘Güç yetireceğiniz amellerle meşgul olun’ buyurmuştur dediğimde, “Ey Kardeşim! Dünyada sayılı bir nefes, bir gün mutlaka bitecek bir ömür, sona erecek günler var ve ben ise her an ölümü bekleyen bir fâniyim.” dedi. Verdiği cevaptan dolayı ağladım ve ona ve kendime Allah Azze ve Celle’den yardım ve sabır diledim. Sonra, “Bu düşmanın işi belli olmaz. Biraz yat uyu. Ne ile karşılaşacağımız belli değil.” dedim. Çadırın gölgesinde uyudu. Arkadaşlarımızda farklı kollara ayrılarak dağıldılar. Ben ise onların eşyalarına ve yemeklerine sahip çıkıyordum. Bir ara çadır tarafından bir ses işittim. Orada sadece Said vardı ve o da uyuyordu. Başka kimse de olmadığı için şaşırdım. Birisinin geldiğini ama onu görmediğimi zannettim. Çadıra doğru gittim. Said yatıyordu. Ondan başka da kimseyi görmedim. Fakat Said konuşuyor ve gülüyordu. Dikkatle onu dinledim ve sözlerini anlamaya çalıştım. Daha sonra sanki bir şey alıyormuş gibi ellerini uzattı. Sonra yavaşça gülerek geri çekti. Sonra da “o hâlde bu gece…” dedi, birden sıçradı ve uykusundan uyandı. Korkudan titriyordu. Sakinleştirdim. Allah’ı ﷻ zikretmeye başladı. “Ne oldu? Nedir bu hâl? Gördüklerini anlat bana.” dediğimde” ”Beni bağışla anlatamam.” dedi. Bende “Arkadaşlık hukûku anlatmanı gerektirir. Hem belki de anlatacaklarının bana faydası olur.” deyince anlatmaya başladı ve şöyle dedi:
“Daha önce görmediğim güzellikte ve kemâlatta iki adam geldi ve dediler ki: “Müjde olsun sana Ey Said! Allah Azze ve Celle zenbini mağfûr, sayini meşkûr, amelini ve duanı da makbûl kıldı. Daha bu dünyadayken seni müjdeledi. Bizimle gel, Allah’ın ﷻ sana ihsan ettiği nimetlere bak. Yola koyulduk. Her türlü cennet nîmetinin olduğu bir yere vardık. Beni bir saraya ve onun içindeki bir bölüme soktular. Orada cennet hurilerinden bir huri vardı. Bana “Nerede kaldın? Ne kadar da beklettin!” dedi. “Ben neredeyim.?” deyince, “Me’va cennetindesin” dedi. “Peki, sen kimsin” diye sorduğumda “Ben senin buradaki eşinim.” dedi. Elimi ona uzattığımda kabul etmedi. “Sen tekrar dünyaya döneceksin.” dedi. Dünyaya dönmek istemediğimi söyleyince dedi ki: “Bugün döneceksin. Üç gün orada kalacak ve akabinde burada iftar edeceksin.” Bu gece olmaz mı diye sorduğumda bu şekilde hüküm verildiğini söyledi. Daha sonra ayağa kalktı ve bende uyandım. Said bana dedi ki: Allah ﷻ adına bunu kimseye anlatma. Yaşadığım sürece gizli tut. Bunun üzerine Hişam dedi ki: Müjdeler olsun sana! Allah yaptıklarının karşılığını sana gösterdi. Said daha sonra kalktı. Temizlendi, gusül aldı ve koku sürdü. Silahını kuşanarak oruçlu olduğu hâlde savaş meydanına daldı. Akşama kadar çarpıştı ve akşam arkadaşları ile birlikte döndü. Herkes Said hakkında hayreti mucib ifadeler kullanıyordu. Diyorlardı ki: Ey Hişam! “Bu adam şehadet aşkı ile yanıyor. Kendisini bu uğurda feda ediyor fakat bütün oklar sanki ondan başka tarafa gidiyor.” İçimden dedim ki: “Eğer Onun durumunu bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” Hişam devamla dedi ki: Said az bir yemek yedi. Geceyi ibadetle geçirdi. Sabah olunca dün yaptıklarının aynısını yaptı. Akşam tekrar arkadaşları ile birlikte döndü. Üçüncü gün olduğunda bende onunla birlikte gitmeyi ve olacaklara şahitlik etmeyi arzuladım. Savaş meydanında düşmana korku saldığına, ölümün mukadder olduğu yerde gözünü dahi kırpmadığına şahit oldum. Fakat ona yaklaşamıyordum. Güneş nerdeyse batacaktı. Said, öncekinden daha canlı ve hareketliydi. Birden kalenin üzerinde bir adam okunu doğrulttu ve onun boğazına isabet ettirdi. Hemen yere yığıldı. Ben ise onu izliyordum. Etrafımdaki insanlara bağırdım. Onu getirdiler. Henüz hayattaydı. Onu gördüğümde; “Akşam ki iftarın sana afiyet olsun. Keşke ben de seninle beraber olsaydım.” dedim. Alt dudağını ısırdı. Gülerek gözü ile işaret etti. Bu işi gizli tutmamı bana tembihledi. Daha sonra “Bize olan vaadini gerçekleştiren Allah’a hamd olsun.”[1] dedi ve rûhunu teslim etti. Hişam devamla şöyle diyor: Yüksek sesle insanlara bağırdım: Ey Allah’ın Kulları! Gelin size bu kardeşinizi anlatayım da ilmi ile amil Müslüman olmak isteyen herkes bunu örnek alsın. Etrafımda toplandılar. Onlara gördüklerimi baştan sona kadar anlattım. İnsanların o gün ağladığı kadar başka bir gün ağladığını görmedim. Daha sonra yüksek sesle tekbirler getirdiler. Bu durumu gören askerler galeyana geldi ve bu olay insanlar arasında yayıldı. Artık insanlar birbirlerini şehadete teşvik etmeye başladılar. Sabah olunca bütün ordu rızâ-ı ilâhiyeye kavuşma aşkı ile tashihi niyet yaparak kaleyi muhâsara atlına aldılar. Öğle olmadan Allah Azze ve Celle fethi onlara müyesser kıldı.[2]
Manevi Darbe O gece ve sonraki günler meydanlarda Said b. Haris gibi nice babayiğitler vardı. Belki de Allah Azze ve Celle onlar hürmetine bu millete merhamet etti. Fakat gördüğüm kadarıyla meydanlarda bu şuurda olmayan yığınla genç vardı. Ne için sokağa çıktığını bilmeyen ya da darbe tehlikesi geçtikten sonra meydan yerine çıkan topçusundan, popçusuna bir sürü insana şahit olduk. Cumhurbaşkanı’nın çağrısına kulak verip meydanları dolduranlar Allah Azze ve Celle’nin çağrısına kulak tıkayıp mescidleri, camileri garip bırakırlarsa bu vatana mânen darbe yapılmış demektir. O hâlde mânevîyatımıza, imanımıza yapılan darbelere darbe yapmak için evvela Allah ﷻ ve Rasûlü’nün ﷺ talimatlarına kulak vermeliyiz.
[1] Zümer, 39/74.
[2] Bu kıssayı, İbn-i Nuhas, cihadın faziletine dair yazmış olduğu Meşariu’l-Eşvak İla Mesâriu’l-Uşşak adlı eserinde Sülemi’den naklediyor.