Maddiyatta mâ fevka, mâneviyatta mâ dûna bakılır ise kişi helak olur derler. Benim arabam yok ama arkadaşımın son model Jeep var şeklindeki bir maddiyat hastalığı ya da tam tersine “Namaz kılmayan yığınla insan var. Ben ise namazlarımı kılıyorum.” Şeklindeki mâneviyat hastalığının birbirinden pek farkı yoktur. Hâlbuki olması gereken şudur: Benim arabam yok ama en azından sağlıklı ayaklarım ve bedenim var.” diyerek şükretmek ya da “Beş vakit namaz kılıyorum ama teheccüt kılan kardeşlerimi örnek almalıyım.” şuuruyla gayret etmektir.
Üniversite yıllarımdan hatırlarım. Sınıftan bir arkadaş sabahın erken saatinde aceleyle ve sinirli bir şekilde derse geldi. Yanıma oturdu ve dedi ki “Lanet olsun böyle hayata. Allah’ın adaleti var diyorlar. Ben inanmıyorum o adalete. Benim cebimde param yokken millet son model arabalar ile okula geliyor. Bu nasıl bir adalet?” deyince ikimizin de bildiği birini işaret ederek dedim ki “Bak şu arkadaşı iyi tanıyorum. Kışın ortasında neden kalın bir mont giymiyorsun dediğimde başını öne eğdi ve “İnşallah bir ay sonra almayı düşünüyorum.” dedi. Anladım; parası yoktu. Dikkat edersen senin üzerinde gayet güzel ve kalın bir kaban var. Şimdi o da “Allah ona mont verdi bana vermedi dese acaba bunun sonu gelir mi? Sana araba vermeyen Allah Azze ve Celle sağlam bir beden, istediğin zaman istediğin yere gidebileceğin bir ayak nasib etti. Bazen sokaklarda görürüz. Kimisinin ayağı dahi yok.” deyince utandı, sıkıldı ve haklısın dedi.
Elmalılı Hoca Bizim Köyden
Bizim fakültenin camından dağlar açık bir şekilde görünürdü. Birgün “Eğer biz bu Kur’ân’ı dağlara indirseydik Allah’ın korkusundan onların paramparça olduğunu görürdün”[1] ayetini fısıldadığımda yan masada oturan, geceleri barda gitar çalarak para kazanan bir arkadaş yanıma gelerek “Abi sen ne güzel okuyorsun. Anlamını da söyler misin?” derken yaşadığı heyecan hala gözlerimin önündedir. Anlamını söylediğimde kendi kendine “Her gün böyle anlatır mısın?” dedi. Antalya’lı olan bu arkadaş daha sonra gelip “Elmalılı adında bir hoca varya işte o bizim köydenmiş” diyerek övündü. “Evet, büyük müfessirdir.” diyerek namazla alâkalı birkaç ayet okuyup namaza dâvet ettiğimde diğer arkadaşı alaycı bir ifadeyle: “ Daha çok genciz. Bırak da gençliğimizi yaşayalım. Yaşlanınca kılarız.” diyerek konuya dâhil olunca bizim Antalyalı, arkadaşının ensesine bir tokat patlattı ve “Ya yaşlanmadan ölürsen. O zaman ne olacak? diyerek sert bir karşılık verdi. Daha sonra bana dönerek: “En kısa zamanda başlayacağız inşallah.” dedi ve ayrıldılar.
Görülüyor ki gençliğimiz bir anafora girmiş kurtulamıyor. Bir kuyuya düşmüş çıkamıyor. Anlatıldığı zaman dinleyen, mantıklı bulduğu zaman kabul eden ama maalesef aldanmış bir gençliğimiz var. Bu gençliğe yol gösterilip de geçmişi ile irtibatı te’sis edilse, bu ruh ve heyecanla Allah ﷻ ve Rasûl ﷺ dâvâsına adanmış bir gençlik olur. Çünkü dünyanın batıl gidişatına dur diyen, sisteme müdâhale eden, hayalleri olan ve heyecanları ile o hayallerini gerçeğe dönüştüren daima gençler olmuştur.
Öncü Kuşak
Gençlerin omuz vermediği bir dâvânın inkırâza uğraması mutlak ve muhakkaktır. Bundan dolayı zalimlerin kurmak istedikleri düzenlerini gençler üzerinden pazarlamaya çalıştıklarına şahit olmaktayız. Yine aynı şekilde tağûtî sistemlerinde gençliğin heyecan ve gayretleri karşısında eridiğini ve yok olduğunu da biliyoruz. Müşriklerin ilah diye taptıkları taştan putlarını kırarak sisteme asıldan müdahale ederek İbrahimleşmek, fuhşa dâvet edildiğinde zindanı tercih edip orayı saraya tahvil ederek Yûsûflaşmak, rahat yaşamlar varken Allah Azze ve Celle’nin emirlerini yerine getirebilme adına daracık mağarayı geniş evlere yeğleyip Ashâb-ı Kehfleşmek ve Mekke’nin en yakışıklı delikanlısı iken dünyanın bütün sevgilerini bir kenara itip, Allah ﷻ ve Rasûlü’nün ﷺ aşkıyla yanıp tutuşarak Mus’ablaşmak ancak gençliğin verdiği aşkı imanla yoğurmakla mümkündür.
Açıktan tebliğ başlayınca, anam babam sana feda olsun Ya Rasûlellah diyerek Allah Rasûlü’nün ﷺ muhafızlığını yapan Sa’d b. Ebî Vakkas t; İslâmiyeti kabul ettiğini müşriklere karşı Rahman Sûresi’ni okuyarak haykıran, küçücük bedenini Allah ﷻ ve Rasûl ﷺ dâvâsı uğruna feda eden Abdullah b. Mesûd t; Uhud da Rasûlüllah’a ﷺ atılan oklara karşı siper olup, Allah Rasûlü’nden ﷺ cennetlik olduğunun müjdesini alan Talha b. Ubeydullah t; hicrete izin verildiğini duyar duymaz bütün sevdiklerinden vazgeçerek Cennet’e koşar gibi Medine’ye koşan Saîd b. Zeyd t ve daha niceleri henüz ömrünün baharındaydılar. Allah Rasûlü ﷺ Büyük İslâm İnkılabı’nı işte bu güzide gençlerle başlattı. Bunlar bizim öncü kuşağımız.
Kazakistan Seyahati
Bu ay Kazakistan’a bir seyahatimiz oldu. Bir tarafta komunist Lenin’in darbesini yemiş fikren komunizmaya kaymış babalar varken, diğer tarafta o babaların namazda saf saf durup Rabbine boyun büken, sokakta ise yekvücûd olup zalimin yüzüne karşı tevhid hakîkatini haykıran evlatları ile karşılaştık.
1917 de gerçekleşen Bolşevik İhtilali ile Orta Asya’yı dinsizleştirip onları Komunizma ile idare eden Lenin, Stalin ve halefleri; emellerine nisbeten ulaşmış olsalar da dinini muhâfaza edeceğini vadeden Allah Azze ve Celle, fikirleri komunizmanın vurgununu yemiş, düşünceleri iğvâ edilmiş bir nesilden camileri tıklım tıklım dolduran, Ehl-i Sünneti canla başla müdafâ etmek için adeta birbirleri ile yarışan bir nesil çıkarmış fakat kendilerine ufuk tayin edecek olan ulemâsından bir kısmını darağacında bir kısmını Sibirya sürgünlerinde kaybeden bir gençlik var karşımızda. Bunlar bir taraftan kendilerini selefsiz selefiler ve Kur’âniyyun gibi akımlarından; diğer taraftan da ülkede oldukça yaygın olan kumar, fuhuş ve içki bataklığına düşmekten muhâfaza etmeye çalışıyorlar. Eğer acil müdâhale planları geliştirilip bu gençlerin Allah Rasûlü ﷺ ve ashâbı ile irtibatları sağlanıp önleri açılmazsa mezkûr tehlikelere marûz kalmaları kaçınılmaz olacaktır.
Gençleri Lenin’e Bırakmayın!
Madem ki Asr-ı Saadet’te İslâm İnkılabı nebevî bir nefha ile gerçekleşmiştir o hâlde gençlerin yeniden İslâm İnkılabı’nı gerçekleştirmesi için onlara nebevî ruh yeniden üflenmelidir. Eğer bu ruh onlara verilmezse ve bir ufuk tayin edilmezse onlar sahip oldukları enerjilerini mutlaka sarfedecekleri bir ortam bulacaklardır. Nitekim Lenin Sosyalist Devleti’nin adımlarını atarken en çok gençlerin enerjisinden faydalanmıştır.
Marksistlerin Lenin’i Stalin’i okudukları gibi bizim gençlerimiz öncü kuşaklarımızdan kimleri okuyor. Onların gençler üzerinde bu kadar müessir olmasının sebebi nedir?! 1900’den 2000’li yılların başına kadar yaklaşık yüz yıllık bir dönemde bütün bir milleti zulüm nizâmı olan komunizmaya meftun hâle getiren bu adamlar ne yaptılar da bu kadar etkili oldular. Demek ki gençlerin heyecanını Allah ﷻ ve Rasûl ﷺ dâvâsı uğruna sarfetmelerini temin edemezsek mutlaka bu aşk ve heyecan kendisine bir mecra bulacaktır. Nitekim Kazakistan’da karşılaştığımız kardeşlerimizde de aynı aşk ve heyecanı müşahede ettik.
Mâ Dûn ve Mâ Fevk
İdeolojilerini din edinen ve bunu da en büyük dâvâ addeden Komunizma’nın ideologlarının imanlarını çaldıkları Orta Asya Müslümanları, nebevî hamleler yapacak dâvâ erlerini beklemektedir. Bütün olumsuz şartlara rağmen dudaklarından şükrü eksik etmeyen bu kardeşlerimiz daima kendisinden madden daha zor durumda olan kardeşlerinin hâllerine bakıp kendi hâllerine şükrederken, mânen kendinden daha ileri gördükleri kimselere ise gıpta ile bakıyorlar. Maddiyatta mâ dûna mâneviyatta ise mâ fevka bakıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki maddi hususlarda kendilerinden daha düşüklere bakarlarsa şükürleri artacak. Mânevi hususlarda ise kendilerinden daha yükseklere iştiyak duyarlarsa bu da aynı şekilde heyecan ve gayretlerini artıracaktır.
[1] Haşr, 59/21.