Kader inancı, iman esaslarından olmasına rağmen Ma’bed el-Cühenî(v.83) ile başladığını bildiğimiz inkâr furyası bugüne kadar halk nezdinde mâkes bulamasa da İslâm kelamcılarını en fazla meşgul eden bir konu olagelmiştir. Daha önce “Cennet veya Cehenneme Gideceğimiz Belli mi?”[1] başlıklı makalemizde kısaca değerlendirdiğimiz kadere iman meselesinin ayrıntılarına burada girmeyeceğiz. Fakat burada değerlendireceğimiz ve inkâra konu olan Buhârî hadisini kadere iman etmenin zorunluluğuna vurgu yaptığı için yeri geldiğinde kısaca temas edeceğiz.
Hadis şu şekildedir:
Ebû Hureyre Allah Rasulü’nün ﷺ şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Âdem ve Mûsa peygamber münâkaşa ettiler. Mûsa u Âdem’e u dedi ki: ‘Ey Âdem! Sen bizim babamızsın. Bizi hayal kırıklığına uğrattın, üzdün ve Cennet’ten çıkardın.’ Âdem u ise O’na: ‘Ey Mûsa! sen, Allah´ın seçtiği, kendisi ile konuştuğu ve kendisine hususi kitap verdiği kimsesin. Henüz yaratılmamdan kırk yıl önce Allah´ın hakkımda takdir ettiği bir işten dolayı mı beni ayıplıyorsun?’ diye cevap verdi.” Rasûlüllah devamla üç defa dedi ki: “Âdem u Mûsa’yı u ilzam etti.”[2]
Hadisin Buhâri ve Müslim’deki rivayetleri bize Ebû Hureyre t tariki ile gelmiştir. Fakat zannedildiği gibi sadece Ebû Hureyre’den t değil Ömer b. Hattab[3] ve Cündeb b. Abdillah el-Beceli’den[4] merfû; Said el-Hudrî[5] dsmevkuf olarak mervidir.[6]Dolayısıyla Ebû Hureyre’yi t hadislere israiliyatı karıştırmakla suçlayanlar O’nun birçok hadisi rivayetinde teferrüd ettiği zannına kapılıp büyük bir gaflete düşmektedirler.
Hadise Dair Birkaç Soru
Mezkûr hadisin sıhhatine dair kaynaklarımızda herhangi bir itiraza rastlamadığımıza işaret etmek isterim. Bu ve buna benzer hadisleri reddedenler senedine değil metnine itiraz ettikleri için daha çok metnini esas alıp değerlendirmek gerekmektedir. Bu hadisin senedi ile alakalı Mûtezile’nin öncülerinden olan Cübbaî’ye Ebu’z-Zinad,[7] el-A‘rec, Ebû Hureyre tariki ile gelen bir hadiste Hz. Peygamber u “Bir kadın ne halası ne da teyzesi ile aynı nikahta cem olunur” buyurmuştur. Bu hadis hakkında ne dersin diye sorulduğunda sahih olduğunu söylemiştir. Devamla “Peki, aynı senetle gelen ‘Âdem ve Mûsa tartıştı’ hadisi hakkında ne dersin?” diye sorulunca ‘o batıldır’ diye cevap vermiştir. Sebebini ise ilkinin Kur’ân’a uygunluk ikincisinin ise Kur’ân ve akla aykırılık ile illetlendirmiş ve “Âdem u için özür olan bu durum bütün kâfir ve asi olanlar için özür olmaz mı? Herkes bu hadisi kendisine dayanak yapar.” demiştir.[8] Dikkat edilirse Ebû Ali el-Cübba’i hadisi Kur’ân-ı Hakim’e değil aklına ve kabullerine arzetmiştir. Sebebini biraz sonra açıklayacağımız bu hastalık Mûtezile’den tarih boyunca tevarüs edegelen bir idrak yolları hastalığıdır.
Bu hadisin metnine dair şu itirazlar yapılmaktadır:
1-Bu konuşma nerede geçmiştir?
2-Mûsa’nın u Âdem u ile münakaşasını nasıl anlamalıyız?
3-Âdem’in u savunması Cebriye’yi haklı çıkarmaz mı? Yani her günah işleyip hata eden, Allah bunu böyle takdir etti derse buradan yanlış bir kader anlayışı ortaya çıkmaz mı?
Bu hadise başka itirazlarda yapılmaktadır fakat temelde bu üç itiraza cevap verilirse mevzu zihinlerde açıklığa kavuşmuş olur kanaatindeyim.
Kader Zor Bir Mesele
Her bir maddeyi açıklamaya geçmeden önce kader meselesinin anlaşılması zor, zihinleri zorlayan karmaşık bir mesele olduğuna vurgu yapmak yerinde olacaktır. Kaderi anlama ve anlatma probleminin eskilere dayandığını söylemiştik. Kaderi anlamak; ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarını haiz olan Allah Teala’nın bütün mahlukat üzerindeki mutlak hâkimiyeti ile kendisine sorumluluk atfedilen ve her yaptığından sorulacak olan insanın iradesi arasında bir ilişki kurmak ve bunu anlamlandırmaktır. İşte kul ile Rabbi arasındaki bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde anlama ve etrafımıza anlatmanın zorluğu bu meselenin zihinlerde tebellür etmesini de zorlaştırmaktadır. Vehb b. Münebbih der ki: “Kaderle ilgili inceleme yaptım şaşırıp kaldım. Sonra tekrar araştırdım, inceledim ama tekrar hayal kırıklığına uğradım ve anladım ki insanların en alimi kaderden yüz çeviren, en cahili ise kader hakkında konuşandır.”[9] Bundan dolayı da iman esaslarından sayılmış Allah’a iman, meleklerine iman gibi gaybî bir mesele olmuştur. O halde mü’mine düşen bu alanlarda konuşacaksa dikkatli olmak, bazı ön kabüllere iman esaslarını kurban vermemektir.
Ne Zaman ve Nasıl Buluştular?
İslam alimleri Mûsa u ile Âdem’in u ne zaman konuşabilecekler ile alakalı şu yorumları yapmışlardır: Bu iki peygamber kıyamet sabahı bir araya gelecekler ve geldiklerinde Mûsa u bu itirazını dile getirecek. Allah Rasulü’nün إحتج/münakaşa ettiler şeklinde mazi fiil ile bu olayı anlatması ilerde meydana geleceğinin kesinliğine vurgu içindir. Tıpkı اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ/Allah’ın emri yerine gelecektir; artık onun bir an önce gelmesini isteyip durmayın.[10]Burada ki أتى fiili mazi fiil olmasına rağmen burada mânayı “gelecektir” olarak veriyoruz. Buradan hareketle hadisin mânası “Musa u kıyamet günü Âdem u ile münakaşa edecektir.” olabilir. Buhari geçen عند ربهما rivayetinde bu mânayı desteklemektedir.[11]Bu görüşün kabul edilebilir olduğunu söylemekle birlikte Musa uölmeden önce Âdem’i u görmek istemesi de mümkündür. Nasıl ki Allah Teala’yı da görmek istediğinde Rabbi O’na cevap vermişti. Bu durum Kur’ân-ı Hakîm’de şu şekilde anlatılır: “Mûsâ, belirlenen vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuştuğunda o, ‘Rabbim! Bana görünsen de sana baksam’ dedi. O ‘Sen beni asla (dünya da) göremezsin. Fakat şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse sen de beni görürsün’ buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti; Mûsa da bayılıp düştü. Kendine gelince ‘Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim; ben mü’minlerin evveliyim.’ dedi.”[12] Kâinatın Rabbini görmek istediğini bildirmesi gibi Âdem peygamberi de görmek istediğini bildirmiş olmalıdır. Bu mânayı da yukarıda işaret ettiğimiz Ebû Dâvûd’un Hz. Ömer rivayetinde görüyoruz. Orada “Ey Rabbim bizi de kendisini de cennetten çıkaran Âdem’i bana göster dedi. Allah da Âdem’i ona gösterdi.”[13]O hâlde Allah Teala’yı görmek istemesi gibi Âdem’i de u görmek istemiştir. Allah Teala da Âdem’i yaratmış ya da ruhlar aleminde ruhlarını buluşturmuş ve onları görüştürmüştür. Bu ise Allah’ın kudreti karşısında çok kolay bir durumdur.
İbnü’l-Cevzî de buna benzer görüşleri söyledikten sonra ruhlarının Allah Teala’nın kudretiyle bir araya gelmesinin en kuvvetli ihtimal olduğunu söyler.[14]
Deliller Sadece Kur’ân’dan mı Olmalı?
O hâlde bu iki peygamberin aralarında çok uzun zaman olmasın rağmen bir araya gelmesini imkânsız görmemek gerekir. Aynı zamanda bir peygamberin başka bir peygamberi ya da Allah’ın kudretine delalet edecek başka işaretleri görmek istemesi ve bu isteklerde bulunmasını da uzak görmemek gerekir. Nitekim İbrahim (as) da “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince, Rabbi “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O “Hayır! inanıyorum, fakat kalbim mutmain olsun”[15] demişti. Buna karşılık Allah da O’nu bu isteğinden menetmemiş “Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir.’ buyurmuştu”[16] ve böylelikle kudretini izhar etmişti. Sizce İbrahim’in u Rabbi ile olan bu konuşması ya da Allah Teala’nın “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” sözüne karşılık meleklerin onunla münakaşaya girip “Biz seni eksiksiz bilirken ve durmadan övgü ile tenzih ederken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?”[17] şeklindeki tartışmaları Kur’an ile değil de hadisler aracılığı ile bize gelseydi nasıl karşılardık?
Bunun yanında bir peygamberin başka bir peygamber ile ruhlarının ya da bedenlerinin bir araya gelmesine Mirac Olayı’nı da delil olarak verebilirdik fakat hadisin isbatını başka bir hadis ile yapmak istemediğimizden bu delilden sarfı nazar etmek zorunda kaldık. Sünneti iki vazgeçilmezden birisi olarak görenler için Allah Rasulü’nün İsra ve Mirac olayı da Âdem ve Mûsa peygamberlerimizin görüşebileceğine delil teşkil etmektedir.
Mûsa Aleyhisselam Neden Münakaşa Etti?
Mûsa’ın u Âdem u ile münakaşasını nasıl anlamalıyız? sorusuna şu soru ile cevap verebiliriz: Musa u Âdem’i u günahından dolayı mı yoksa o günahın kendisinin ve bütün insanlığın dünya sürgününe sebebiyet vermesinden dolayı mı suçlamıştır? Bu sorunun cevabı ise biraz sonra açıklayacağımız Âdem’in u cevabında gizlidir. Şunu ifade etmekte fayda vardır: Bu hadisi uydurma kabul edenler rivayette geçen Âdem’in u Mûsa’ya u “Sen her şeyin ilmi kendisine verilen Mûsa mısın?” ibaresine takılarak her şeyi bilenin Allah olduğunu söyleyip Kur’ân’a ters olduğunu söylemektedirler.[18]Rivayetleri Kur’ân’a arz etmekte mahir(!) olan bu adamlar asıl itibari ile Kur’an’a değil zihinlerindeki kabullere ve modern hayatın gerekliliğine arz etmektedir. Yoksa Mûsa’nın ilmini Allah’ın ilmi ile kıyaslayacak kadar basit bir mantık hatası yapmaları düşünülemez. Bunun yanında Allah Teala da Kur’an-ı Hakim’de Sebe Kraliçesi için “Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var.”[19] buyurmuştur. Ayette وَاُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ/ ifadesine göre Sebe Kraliçesi’ne verilen imkânı nasıl anlamalıyız? Onun imkanını dünyadaki devlet başkanlarının otoritesine mi yoksa Allah Teala’nın otoritesine mi kıyaslamak doğrudur? Kur’an-ı bilmeden rivayetleri Kur’an’a arz etmenin ne büyük felaketlere yol açacağını defaatle söylemiştik.
Neden Mûsa Aleyhisselam?
Eğer söyledikleri gibi bu rivayet uydurma ise, bu uyduran adamlar yalanlarına inanacağımız şekilde Âdem ile oğlu Habil’i konuştursalardı daha kolay kabul edilir onlar da amaçlarına daha rahat ulaşmış olurlardı. Özellikle Mûsa’nın u bu soruyu sorması İsrailoğulları’nın kendisine büyük sıkıntılar çektirmesi ve ağır sorumluluklar ile gönderilmesindendir diyebiliriz.[20] Bundan dolayı sanki “Ey Baba! Neden bu hatayı işledin de bu insanlar ile bizi uğraştırdın?” demiştir. Zaman zaman peygamberlerin kavmini şikayet ettiğini onlara beddua ettiğini Kur’an’dan biliyoruz. Nuh’un u Rabbine “Rabbim!” dedi, “Yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi sağ bırakma!”[21] yalvarmıştı. Yûnus u da tebliğinin bidayetinde kavminin kendisine itirazına kızarak onları terkedip kaçmıştı. Kur’an buyuruyor ki: “Zünnûn’u da (Yûnus) zikret! Hani öfkeli bir hâlde geçip gitmiş, bizim kudretimizin kendisine yetmeyeceğini zannetmişti. Sonunda karanlıklar içinde, ‘Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kötü işler yapmışım!’ diyerek yalvardı.”[22]O hâlde Mûsa u da kavmine kızınca Âdem’e u böyle bir soru sormuştur.
Yanlış Kader Anlayışı
Âdem’in u savunması Cebriye’yi haklı çıkarmaz mı? Yani her günah işleyen hata eden, Allah bunu böyle takdir etti derse buradan yanlış bir kader anlayışı ortaya çıkmaz mı?
Kader meselesinin insanın zihnini zorlayan bir mesele olduğunu vurgulamıştık. Dolayısıyla sadece hadislerde geçen vurgular değil Kur’an’da da geçen birçok hususu anlamakta zorlanıyoruz. Âdem’in u cennete gönderilişi, yasak meyveden yemeden önce şeytan ile olan mücadelesi, mağlub olması, oradan çıkarılması, yeryüzünde belli süre kalıp sonra vefat etmesi, O’nun neslinden insanlığın zuhur etmesi bütün bunların cevabı ateistlere göre oldukça kolaydır. Çünkü onlara göre bunların tamamı uydurmadır. Ama Müslüman bütün bunlara cevap bulamasa da iman etmek zorundadır. Aynı durumun -eğer sahihse- hadisler için de geçerli olduğunu bilmek durumundayız.
Âdem’in u Mûsa’ya u verdiği cevabın cebrî bir fikri doğurduğunu ve yanlış bir kader anlayışı tesis ettiğini iddia ederek bu hadisin reddedildiğini görmekteyiz. Eğer Âdem’in u cevabı “Benim elimden bir şey gelmez. Allah böyle istedi bende yasak meyveden yedim” şeklinde olsaydı bu duruma sebebiyet verebilirdi. Fakat sorulan soruya göre cevabın olması gerektiği gibi verildiğini görmekteyiz. Soruya dönecek olursak Mûsa u “Sen ümmetin babasısın. Neden insanları üzdün, onları cennetten çıkardın ve sapıtmalarına sebep oldun?” diye sorunca Âdem u Mûsa’nın u büyük bir peygamber olduğunu, Tevrat adlı büyük bir kitaba muhâtab olduğunu, kendi durumu ile alakalı o kitapta bazı bilgiler bulunduğunu ve bütün bunlara kendisinin günahlarının sebebiyet verdiğini söyleyerek yaptığı hatayı değil hatanın sebebiyet verdiği imtihanı Allah Teala’nın takdiri ile ilişkilendiriyor. Yani “benim hatam Allah’ın emrini tutamamak oldu. Bu hatanın sebebiyet verdiği olaylar benim irademin dışındadır. Olayların bu boyutlara ulaşacağını nereden bilebilirdim. Benim bir hatama bu kadar işi bağlayan Allah Azze ve Celle’nin iradesidir” şeklinde sade ve uygun bir üslupla Mûsa’yı u ilzam etmiştir. Burada “Mûsa u neden böyle bir soru sordu? Bu basit meseleyi bilmiyor muydu?” gibi bir çıkışla karşılaşabiliriz. Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Kur’ân-ı Kerim’de kâinatın Rabbine kâinatın en temiz varlıkları olan melekler “yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birisini niçin yaratıyorsun?” diye neden sordular? Allah’ın bir bildiği vardır deyip susmaları gerekmiyor muydu? Bunlar ayet olunca ister istemez tevil yoluna gidiyor birtakım hikmetler arıyoruz. Ayetleri zor anlıyoruz bir de hadislerle mi uğraşacağız? derseniz anladığınızı sandığınız ayetlerden de mahrum kalmanız kaçınılmazdır. Nitekim bu soru İbn Ebi’l-‘İz’e de sorulduğunda hadise kayıtsız şartsız iman edileceğini kaderiyenin yaptığı gibi yalanlanmayacağını ve uzak tevillerden kaçınılması gerektiğini vurguladıktan sonra şöyle söylemiştir: “Âdem’in u günahına karşı kaderi kullanmamıştır. Çünkü O Rabbini en iyi bilendir. Âdem oğullarından herhangi bir kimse de bunu kullanmaz. Çünkü bu batıl bir savunmadır. Mûsa u da babasını tevbe edip de bağışlandığı günahından dolayı kınamamıştır. Bilakis bu kınama bu günahın sebebiyet verdiği insanların cennetten çıkarılma imtihanına dair olunca Âdem u da günahını değil bu imtihanı kadere bağlamıştır.”[23]
Her insan Kur’ân-ı Hakim ve Sünnet-i Seniyye’den bilir ki günahlara tevbe etmek kulluğumuzun gereğidir. “Şu hâlde sen sabret. Gerçekten Allah’ın va’di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et”[24]ve “Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!”[25] gibi yüzlerce ayet ve hadis insanoğlunu tevbe ve istiğfar etmeye davet etmektedir. Buna rağmen her işin Allah’ın takdiri ile olduğunu da biliriz. Tarih boyunca hangi Müslüman günah işleyip de suçu Allah’a atmıştır. Emevi dönemindeki birkaç misali örnek vererek bir iman esasını reddetmek oryantalizmin bize biçtiği elbiseyi giymektir. Daha önce söylediğimiz gibi ön kabüllerimizi kutsal değerlerimiz gibi gördüğümüz müddetçe bütün kutsallarımızı onlara kurban vermek zorunda kalacağız demektir. Emeviler zulümlerine kılıf bulmak için kaderi iman esaslarının arasına sokuşturdular gibi aslı astarı bulunmayan bir yalana sırtlarını dayayanlar hakikati anlamaktan da mahrum kalacaklardır.
[1]– Mahmut Sami Gülcü, Hüküm Dergisi, Ekim 2020, Sayı 94, s.32.
(https://mahmutsamigulcu.com/2020/10/04/cennet-veya-cehenneme-gidecegimiz-belli-mi/)
[2]-Buhâri, Kader, 11, 6614; Müslim, Kader, 13, 2652. (أن أَبَا هُرَيْرَةَ قال قال النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: احْتَجَّ آدَمُ وَمُوسَى، فَقَالَ لَهُ مُوسَى: يَا آدَمُ أَنْتَ أَبُونَا خَيَّبْتَنَا وَأَخْرَجْتَنَا مِنَ الجَنَّةِ، قَالَ لَهُ آدَمُ: يَا مُوسَى اصْطَفَاكَ اللَّهُ بِكَلاَمِهِ، وَخَطَّ لَكَ بِيَدِهِ، أَتَلُومُنِي عَلَى أَمْرٍ قَدَّرَهُ اللَّهُ عَلَيَّ قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَنِي بِأَرْبَعِينَ سَنَةً؟ فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى، فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى ثلاثاً.)
[3]-Ebu Davud, Sünnet, 17, 4702; Osman b. Saîd ed-Dârimî, er-Reddu ‘ala’l-Cehmiyye, s. 87; Ebu Y’alâ, el-Müsned, 243, 244.
[4]-Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 9990.
[5]– Osman b. Saîd ed-Dârimî, er-Reddu ‘ala’l-Cehmiyye, s. 87; Ebu Y’alâ, el-Müsned, 1204.
[6]-Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, er-Risaletü’l-‘Alemiyye, Beyrut, 2015, 12, 343.
[7]-Âdem ve Mûsa’nın tartıştığı hadisin Müslim tariki İbn Ebi’z-Zübab el-A’rec’ten o da Ebu Hureyre (r.anh)’tan rivayet etti şeklindedir. Halbuki Cübbai’ye sorulan sened Ebu’z-Zinad, el-A‘rec, Ebu Hureyre tarikidir. Bu tarik Buhâri’nin de ifade ettiği gibi Ebu Hureyre’nin en güvenilir sened zinciridir. Fakat burada İbn Ebi’z-Zübab ile Ebu’z-Zinad isimleri karıştırılmış gibi durmaktadır. İbn Ebi’z-Zübab’ın ismi ise Haris olup Ebu Hureyre’nin amcasının oğludur.
[8]-Ahmed b. Yahya el-Murtaza, Kitabu Tabakâti’l-Mu’tezile, en-Neşer’atu’l-İslamiyye, Beyrut, 1961, 81.
[9]– İbn Ebi’l-‘İz, Şerhu’l-Akideti’t-Tahâviyye, er-Risaletü’l-‘Alemiyye, Beyrut, 2012, 1, 224.
[10]-Nahl, 1.
[11]-İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-Marife, Beyrut, 1379, 11, 505.
[12]-Arâf, 143.
[13]– Ebu Davud, Sünnet, 17, 4702; Muhammed Taki Osmanî, Tekmiletü Fethi’l-Mülhim, Daru’l-Kalem, Beyrut, 2016, 3, 246.
[14]-İbnü’l-Cevzî, Keşfü’l-Müşkil min hadisi’s-sahihayn, Daru’l-Vatan, Riyad, tsz., 3, 382.
[15]-Bakara, 260.
[16]-Bakara, 260.
[17]-Bakara, 30.
[18]–https://www.youtube.com/watch?v=T8gDTwL-1Yo&ab_channel=AkabeMedya
[19]-Neml, 23.
[20]-İbnü’l-Cevzî, Keşfü’l-Müşkil min hadisi’s-sahihayn, 3, 382.
[21]-Nuh, 26.
[22]-Enbiya, 87.
[23]-İbn Ebi’l-‘İz, Şerhu’l-Akideti’t-Tahâviyye, 1, 222-223.
[24]-Mü’min, 55.
[25]-Âl-i İmran, 3/133.