Modern dünyada insan seyahat imkânı bulunca daha çok tatil beldelerine, Batı’nın gösterişli kentlerine gitmeyi tercih eder. Herkesin makul bir sebebi vardır tercihlerinde fakat Batı, maddi mikyasta Doğu’ya nispetle daha gelişmiş olsa da cesetleri leş olmaktan kurtaran ruh Doğu’da şüphesiz. Hep o ruhun izini sürdüğümden midir bilinmez ama seyahatlerimin ekserisini hep Doğu’ya yapmak nasip oldu. Pişman mıyım diye sorarsanız, asla! Önüme dünya haritasını koyup gitmek istediğin yeri seç deseniz yine gözüm Doğu’dan, ümmet coğrafyamızdan bir yerleri arar. Yine bir vesileyle rotayı Afganistan olarak belirledik ve sahibu’l hayrat bir Müslümanın teberruatını ulaştırmak için Ramazan-ı Şerif’in son demlerinde yola koyulduk. İFAM’daki ders halkasından kardeşim Abdullah Kadıoğlu hoca ile bir hafta geçireceğimiz Afganistan programımız oldukça yoğun ve yorucu geçeceğe benzese de mücadelelerini hep uzaktan takip ettiğimiz bir milleti, Afganistan’ı ve destanlar yazılı Hindikuş dağlarını göreceğimiz için ikimiz de oldukça heyecanlıydık.
İstanbul Havalimanı’ndan Afgan devletine ait bir havayolu şirketi ile yola çıkıyoruz. Uçağa adım atmamızla birlikte Afganistan’ın hali pürmelali ile ilgili kanaatlerimiz de yavaş yavaş oluşmaya başladı. Uçak o kadar eski ve döküktü ki dile gelse yeter artık uçmak istemiyorum diye yalvaracak bir hali vardı. Daha sonra Kabil’de öğreneceğimiz öğrendiğimizde de üzüleceğimiz sebepten ötürü devletin resmi havayolu şirketi bu hallere düşmüş. Önceki yönetimin zimmetine taalluk eden akçeli işleri sebebiyle bile isteye geri bıraktığı devletin şirketi yeni dönemde de filosunu yenilemek istese de karşılaştığı ambargodan ötürü bakımsız ve eski uçaklarla uçmak zorunda kalıyor. Bu çağda düşmanınızın elinde olmasını istemeyeceğiniz en önemli şey teknoloji. Buna bir de kendi çıkarlarını düşünüp milletini yok sayan yetki sahipleri de eklenince böyle bir netice kaçınılmaz oluyor. Uçakta gözümüze çarpan bir detay var. Yolcuların neredeyse hepsi erkek ve birbirine yakın yaşlarda. Gençlerle dolu bu uçak kabininin sebebini de Afganistan’a varınca öğreniyoruz. Uçaktakilerin çoğu sınır dışı edilen insanlarmış. Bunun bilgisini de mülteci düşmanlığı üzerinden siyaset yapanlara buradan vermiş olayım. Önce Kabil’e oradan da aynı gün Mezar-ı Şerif’e geçecektik. Kabil’e indikten sonra Mezar-ı Şerif uçuşuna kadar bir arkadaş bizi aldı ve Kabil’i dolaştırdı. Arabanın camından gözlemlediğimiz kadarıyla Kabil Batılılaşma evrimini tamamlayamamış bir şehir gibi. Sokaklar Afgan yerel kıyafetlerinin yanında Batı tarzı kıyafetlerle dolaşanlarla dolu. Bunun yanında yıllardır süregelen fakirlik ve küresel çaptaki ekonomik krize ek olarak yeni yönetimle birlikte Afganistan’a uygulanan uluslararası tecridin iktisadi etkilerini sokaklarda rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Ciddi boyutta bir yoksulluk var. 20 yıl Amerika’nın hükmettiği Afganistan sokakları Batı’nın arka sokakları gibi. Malumdur ki Batı; güzellik ve zenginliklerini nazara vermeyi, çirkinlik, zulüm ve fakirliklerini ise arka sokaklarında gizlemeyi iyi bilir. Afganistan; sömürgeci emperyalistlerin çirkefliğini göreceğiniz, asıl yüzlerine şahitlik edeceğiniz koca bir enkaz gibi. Bu enkazda dolaşırken bir taraftan Afganistan’ı seyrediyor diğer taraftan bizi karşılayan ve “40 yaşına gelmek üzereyim, hiç rahat yüzü görmedim!” diyen arkadaşın derin bir ah çekip de “İnşallah şimdiki hükümet kendisinden önce milletini düşünür de biraz rahata kavuşuruz.” diye yaptığı duaya âmin diyoruz.
Mezar’a Doğru
Mezar-ı Şerif, Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Belh şehrinin merkezi. Hz. Ali’nin (r.a) kabrinin içinde olduğu söylenen büyük bir külliye etrafında kurulu bir şehir burası. Şia’ya göre kabrin Necef’te olduğuna inanılması şehri Şii tasallutundan kurtarsa da şehirde az da olsa Hazaralar olarak bilinen Şii grupların varlığı söz konusu. Burada şehrin adından kaynaklı bir latide de sürekli dillerde. İnsanlar birbirleriyle konuşurken “Mezar’dayım, Mezar’a gel.” gibi ifadelerle birbirine hitap ediyor. Tebessüme vesile bir ifade. Türkiye ile görüşmelerimizde “Mezardayız, iyiyiz çok şükür!” deyince garipsense de burada gündelik diyalogların bir parçası.
Mezar-ı Şerif’teki ikametimiz Din Hizmetleri Ateşeliği idi. Burada vazifeli olan Mikail hoca ve ekibi Mezar’da kaldığımız süre zarfında bizlere çok yardımcı oldular. Hususen Türkiye’de tahsil görmüş Mezarlı Yasir kardeş program boyunca refikimizdi. Kabil’den bizi memlekete yolcu edene kadar yardımını eksik etmedi sağolsun. Mezar-ı Şerif’ten Şibirgan, Samangan, Bağlan gibi illere gidip hem Müslümanlara yardımları ulaştıracak hem de devleti de milleti de ıslah ve imar edeceğine inandığımız medreseleri ziyaret edip akşam Mezar’daki ikametimize geri dönecektik.
Ramazan Yardımları
Yardım dağıtımlarına ilk olarak Şibirgan’dan başladık. Sonrasında Samangan ve Bağlan ziyaretlerimiz oldu. Mezar, Faryab, Sarıpul ve Kabil ile birlikte toplamda 5500 yardım paketini Müslümanlara ulaştırdık. Uğradığımız yerlerde Müslümanlar ile hasbihal etmeye gayret gösterdik ve içinde bulundukları durumları eski ve yeni idareyi, Amerika ve Rusya’yı enine boyuna konuşma fırsatımız oldu.
Taliban Öncesi Dönem
1979’dan 1989’a kadar Rusya’ya karşı büyük bir mücadele veren Afgan mücahitler, on yıl içinde Rusya’yı büyük bir hezimete uğratmış ve sonrasında 20 yıl boyunca Amerikan işgaline direnmiş ve netice de onları da kovalamayı başarmışlardı. Amerika ülkeyi terörden arındırma ve demokrasi getirme bahanesiyle Afganistan’ı işgal etti. Fakat bu süre zarfında güçlenen hep “Taliban” oldu. Amerika’nın memnun ettiği, maddi anlamda refahını arttırdığı küçük bir kesim dışında Afgan halkı Amerika destekli hükümetten yaka silkti. Bu manzara gösteriyor ki; Taliban’ın Amerika’yı ülkeden kovalayıp iktidarı bir hafta içinde kolayca ele geçirmesinin arkasında Amerika’nın yirmi yılın sonunda fiyasko ile noktalanan politikası var. Afganistan’da kiminle konuştuysak Taliban öncesi dönemde ülkeye yolsuzluğun, rüşvetin, zulmün, fuhşun ve her türlü ahlaksızlığın hâkim olduğunu söylediler. Taliban’a müspet bakmayanların bile, bu hukuksuzluklardan usandıklarından bu yalancı demokrasiden kurtulma adına Taliban’a destek verdiklerini açıkça dile getirdiğine şahit olduk. İnsanlar 8 aydır kapkaççılık, zina, hırsızlık gibi adi suçların Afganistan’da bitmiş olmasından dolayı büyük bir memnuniyet içerisinde. Hatta bize mihmandarlık yapan Yasir kardeşe arabadan her indiğimizde arabayı kilitlemesini tembih ettiğimde “haberin yok mu hocam Taliban geldi.” diye gülerek karşılık verip şunları söyledi; “eskiden arabanın camını dahi açamazdık, ellerini uzatır telefonlarımızı ya da cüzdanlarımızı alırlardı. Polise şikâyet ettiğimizde ise kimse ilgilenmez mahkemeye başvurun derlerdi.” Bunun sebebini çok acımasız cezaların verilmesi, insanlara savunma hakkı verilmemesi olarak görüp uygulamayı tenkit edenler her yerde olduğu gibi Afganistan’da da maalesef mazlumun sadece edebiyatını yapıyor. İş zulme uğrayanın hakkını koruyup zalimden hesap sormaya geldiğinde ise özgürlük ve demokrasi masalları hemen devreye giriyor. Şüphesiz Taliban büyük bir sınav verecek. Devleti idare etmek, adaleti tahkim edip emanı tesis etmek dağlarda mücadele etmekten çok daha zor. Zaman bunun ne derece başarılıp başarılamadığını gösterecek fakat hemen daha işin başında Batılı adamın baktığı yerden hadiseye bakıp doğruyu yanlışı garbın değer ölçülerine göre belirlemeye kalkmak büyük bir hata olur.
Tipik Bir Kemalist Tenkidi
İnsanoğlu ne kadar garip! Suçun bitmesini değil suçu işleyenin hayatını düşünüyor, bunu da insan hakları ve demokrasi olarak adlandırıyor. Amerika’da da Batı’da da hatta Türkiye’de de bu anlayış hâkim. Allah Teâlâ’nın kanunlarından bahsettiğinizde çaldıkları ile suçu ispatlanacak olan hırsız gibi bazılarının gözleri fal taşı gibi açılıyor. İşte bu çarpık insan hakları ve demokrasi anlayışı sebebiyle dünyaya kan ve gözyaşı hâkim değil mi?!
“İnsanlara kendisini savunma fırsatı verilmiyor hemen elleri kesiliyor ya da taşlanarak öldürülüyor.” iddiasını soruşturduğumuzda “Taliban hükümetinin geldiği şu 8 aylık süreçte böyle bir haber duymadık. Muhtemelen önceki dönemden kalma hırsızların, yaptıkları açığa çıkmasın diye uydurdukları haberlerdir.” dediler. Evet, Taliban’ın cezası net ve ağır. Bu sebeple insanlar suça karışmaktan korkuyor. Bu sebeple cemiyet rahat bir nefes aldı. Amerika’nın desteklediği ve demokrasi yalanıyla kandırdığı hükümetler döneminde insanlar aç olduğu ve bir ceza sistemi olmadığı için her türlü yanlış ve ahlaksızlık ayyuka çıkmıştı. Aslında bu da yine Amerika’nın kendisinin terviç ettiği, cemiyeti bozmak ve onları birbirine düşürmek için yaptığı toplum mühendisliğinin bir parçası.
Hangi Nazar
Afganistan uzun yıllar Rus ve Amerikan işgali altında kalmış, büyük sıkıntılar ile karşılaşmış ama pes etmemiş, onların boyunduruklarını kabul etmemiş, bağımsızlık mücadelesi vermiş, bu uğurda adeta destan yazmış bir ülke. Afganistan’a dair medyada o kadar çok bilgi kirliliği var ki sahih bilgiye ulaşmak neredeyse imkânsız.
Şunu söylemeliyim: Bediüzzaman Said Nursi’nin ifade ettiği gibi “Güzel gören güzel düşünür.” Afganistan’a hangi nazar ile bakarsanız ona uygun bir yorum geliştirirsiniz. Sonuçta ise ortaya birbirine taban tabana zıt sonuçlar çıkar. Amerikan nazarı ile baktığınızda Afganistan halkını, özgürlük ile derdi olmayan, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamak isteyen, insanlara özellikle de kadınlara zulmeden bir sistem dayatan, kendisini kurtarmak isteyenlerle harp eden bir millet olarak tanımlarsınız. Müslüman nazarı ile baktığınızda bu dünyaya geliş amaçları İslâm’ı dünyaya hâkim kılmak ve Allah’ın (c.c) dininin devlet yönetmesi gerektiğine inanan, bu uğurda Amerika, Rusya ve bütün bir dünya ile mücadele eden Müslümanlar olarak tarif edersiniz.
Kim hangi pencereden bakıyorsa kendisine göre haklı olduğunu ispat için birtakım argümanlar öne sürebilir. Bizim gördüğümüz tabloyu bir Amerikalı, Batılı ya da bir Kemalist görse midesi bulanır, “bu nasıl insanlık, bu nasıl devlet!” der ve muhtemelen ilk fırsatta ülkeyi terk eder ve döndüğünde ise buralara dair yapacağı yorumu tahmin etmek zor olmayacaktır. Bundan dolayı Afganistan’ı yakından görmenin ve İslâm nazarı ile bakmanın önemli olduğu kanaatindeyim.
Batının sokaklarına girdiğinizde nispeten bir düzen ve tertip görenler sokaklarından akan türlü ahlaksızlığı görmediği için asıl itibari ile onların doğru yolda olduğunu; Afganistan’ı ise sokaklarında akan kanalizasyon ve çöplerle değerlendirdiği için yanlış yolda olduklarını düşünebilir. Fakat Müslümanlar olarak bizler maddi pisliklerden korunmak zorunda olduğumuz gibi manevi kirlerden de korunmanın imanî bir gereklilik olduğunu biliyoruz. Tabii ki her insan hem sokaklarında bir nizam hem de ahlakında bir intizam olmasını ister. Ama batının sokaklarından akan fuhuş ve ahlaksızlığı görmezden gelip sokakları çöpten geçilmeyen Afganistan’ı tenkit ederken Batı’yı örnek vermek aymazlık değil de nedir?!
Taliban Kimdir?
Afgan halkı, Sovyet Rusya’yı 1989 yılında ülkelerinden çıkardıktan sonra takriben 5 yıl boyunca iç karışıklıklar ve kendi aralarındaki ihtilaflar ile uğraşmıştır. 1995 yılının başlarında Sovyetlere karşı savaşan mücahitlerden biri olan Molla Ömer, Kandahar şehrindeki medresesinde okuttuğu öğrenciler ile bu kötü gidişata “dur!” diyebilmek için bir çalışma başlattı. Kendi ifadesi şu şekildedir: “Yaklaşık 20 öğrenci arkadaşımla birlikte Kandahar’daki bir medresedeydim. Fesat, hırsızlık, yağmacılık ve cinayet çok yaygınlaşmıştı. O günlerde kimse her şeyin daha iyi olabileceğine inanmıyordu. Allah’a tevekkül ettim ve bu öğrenci arkadaşlarımla birlikte çalışmaya koyuldum.”[1] Yıllardır Rusya’ya ve kendi içindeki gruplara karşı vermiş oldukları mücadeleden yorulan Afgan halkı bir medrese hareketi olan Taliban’ı kabul etmekte zorlanmadı. Çünkü Hanefi mezhebine mensup, Hindistan ve Pakistan’ın medrese programına tabi olan Taliban, Afgan halkının düşüncesi ve yapısı ile tam bir ayniyet arz ediyordu.
Taliban, 1996-2001 yılları arasında iktidarı elinde bulundurduğu dönemde iç karışıklıkları bir nebze de olsa durdurmuş, doğrusuyla yanlışıyla ülkeye birtakım düzenlemeler getirmiş fakat bu sefer de 11 Eylül saldırıları bahane gösterilerek 2001 yılında Amerika’nın işgali ile karşı karşıya kalmıştı.
Amerikan Yalanları
Afganistan son yarım asırdır Rusya, Amerika ve içerideki bazı işbirlikçilere karşı ciddi bir mücadele verdi. Bugün Afganistan’dan bahseden haber ajanslarının hemen hepsi Afgan halkını İslam’a olan sadakatlerinden dolayı boğmak, tarih sahnesinden silmek istiyorlar. Amerika’nın Afganistan topraklarını işgal etmesinin arkasında yatan sebep ne peki? 20 yıldır kendi işbirlikçilerine neden para aktardılar? Bu paralar nereye gitti? Afganistan’a harcandığını iddia etmeleri mümkün değil çünkü bu toprakları ziyarete gelen herkes bunun büyük bir yalan olduğunu görecektir. Bir ilden kendisine 40-50 km uzaklıkta olan bir ilçe merkezine gitmek üç ya da dört saat sürer mi?! Ülke genelindeki herhangi bir alt yapı hizmeti, enerji, haberleşme, ulaşımın sistemli bir şekilde yürümediği aşikâr. Peki, Amerika bu kadar parayı nereye akıttı, kimleri besledi? Bana öyle geliyor ki bu süreçte Amerika, ekonomik gücünü kullanarak Afgan halkı arasına bazı fitne tohumları ekip demokrasi yalanları ile Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmaya çalıştı. Kendi işbirlikçilerini besleyerek, kendi hukuk sistemini, sözde hürriyet dediği her türlü ahlaksızlığı terviç etti. Çünkü sorduğumuz herkes 20 yıldır ülkede yalan, hırsızlık, rüşvet, fuhuş ve her türlü ahlaksızlığın kol gezdiğini söylüyordu. 8 ay önce Taliban gelir gelmez bütün ahlaksızlık çeşitlerinin hepsinin bittiğini söylediler. Yıllarca bölgede yaşamış, Taliban lideri Molla Ömer ile günlerce görüşmüş; medreselerin içine girmiş, kabilelere aylarca konuk olmuş, bölgeyi iyi okuyabilen kısacası kitabını masa başında değil de sahada yazan bir gazeteci olan el-Cezire’nin Afganistan-Pakistan bölge muhabiri ve “Taliban’ın Yükselişi” adlı kitabın yazarı Ahmed Muvaffak Zeydan, adı geçen eserinde konuyla ilgili şunları söyler; “Amerika Afgan halkı karşısında izlediği düşmanca siyaset sonucu bütün Afganları açık ya da gizli olarak düşman etmiştir. Bir yandan içinde bulunulan durumu kutsayarak Afgan halkı için acı kaynağı olan savaş ağalarını güçlendirmiştir. Diğer yandan ise “batılı kaynaklara göre” sayıları yirmi bine yakın sivili bombalayarak öldürmüştür. Başka kaynaklara göre ölen sivillerin sayısı yetmiş bini aşmaktadır. Sonunda azınlık çoğunluğu yenmiştir. Bu da Peştunların büyük çoğunluğunu hem Amerikalılara karşı hem de onları davet eden hükümete karşı barut fıçısına dönüştürmüştür.”[2] Amerika’nın izlediği bu ikiyüzlü siyaset 20 yıl sonra Taliban’ı tekrar Afgan halkı nezdinde kurtarıcı haline getirdi. Bu durum Taliban’ı da bir halk hareketine dönüştürmüş ve birkaç hafta içinde ülkeyi yıllar sonra yeniden teslim almalarını sağlamış, Amerika ve işbirlikçilerinin ülkeyi terk etmesini sağlamıştır. Şu kadar var ki ülkeyi terk eden ABD, arkasında adeta koca bir enkaz bırakmış, bütün bir ülkeyi harabeye çevirmiştir. Onların çıkması ile Taliban kendi halkı ile karşı karşıya bırakılmış, iktidarı ele alışından itibaren bugüne kadar henüz hiçbir devlet kendisini tanımamış, ekonomik anlamda herhangi bir devlet destek olmamış, sair devletlerin bankalarında bulunan paraları da dondurulmuş durumdadır.
Taliban Hakkındaki İddialar
Tabi ki Taliban sütten çıkmış ak kaşık değil ama onların Amerika’ya ve dış güçlere karşı verdiği mücadelede sonuna kadar haklı olduğu açıktır. Şu kadar var ki mücadelelerinde haklı olmaları onların yanlışa düşmeyecekleri anlamına gelmez. Zaman Afganistan’da olan biteni gösterecek. Taliban hem uluslararası siyasette bir sınav verecek hem de içerde Afganistan’ı imar edebilme mücadelesini verecek. Karşılaştığımız, görüştüğümüz kim varsa hepsine sorup öğrenmeye çalıştık. Yeni yönetimle alakalı insanların müspet düşüncelerinin yanında söyleyecekleri var mı diye merak ettik. Bu minvalde Taliban hakkında öne sürülen iddiaları kısaca nazara vermek isterim:
- Taliban hakkında öne sürülen en önemli iddialardan birisi kavmiyetçilik yaptıklarıdır. Peştun milliyetçiliği yapmakla suçlanan Taliban’ın ülkede bulunan Özbek, Tacik, Türkmen gibi gruplara karşı sert bir tavır takındığı ve yönetimde onlara söz hakkı vermediği öne sürülmekte ve en fazla gündemde olan iddia olarak dikkat çekmektedir.
- Bir diğer iddia ise önceki hükümet gibi onların da ülkenin parasını dışarda gayri menkullere yatırmaları, kamu malını zimmete geçirmeleri zenginliklerine zenginlik katmaları ve milletini düşünmedikleri yönündedir. Halk tabanında rüşveti yasaklayıp yönetimi elinde bulunduranlar her türlü rüşvet ve hırsızlığı devam ettirmektedir.
- İddialardan bir başkası ise kadınları evlere hapsetmeleri, kız çocuklarının okumalarına karşı olmaları, okullarını kapatıp evden çıkmalarını yasaklamalarıdır.
- Bir başka iddia insanlara savunma hakkı vermeden cezalarını kesmeleri ve çok ağır cezalar vermeleridir. Haklı haksız demeden insanları mahkûm etmeleridir.
- Son olarak ise Amerika ile gizli anlaşmalar yaptıklarına dair öne sürülen iddiadır.
Benim görebildiğim kadarıyla içerden ve dışardan en fazla dillendirilen suçlamalar bunlar.
Peştun Milliyetçiliği
Kavmiyetçilik bir milletin başına gelebilecek en büyük hastalıktır. Allah Rasulü Aleyhisselam “Kavmiyetçilik yapan, onu yaymaya çalışan, bu uğurda mücadele eden kimse bizden değildir.”[3] buyururken, Allah Azze ve Celle de “Ey İnsanlar! Muhakkak ki sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’ndan en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” [4] buyurmaktadır.
Tabi ki insanın kendi milletini ve insanını sevmesinde bir sorun yoktur; ancak kendi insanını ve milletini üstün görmesi caiz değildir. Yukarıdaki ayet-i kerime ve hadis-i şerif de tam bu mânaya işaret etmektedir. Kim Allah’a (c.c) kullukta öndeyse o daha üstündür ve tek ölçü de budur. Böyle bakmadığımız takdirde Türk olan bir dinsizi Kürt ya da Arap olan bir Müslümandan daha çok sever ve onun daha üstün olduğu yanlışına düşeriz. Anadolu’muz da yıllardır bu yanlışın sancısını çekmiyor mu?!
Mehmet Akif merhum ne güzel ifade etmiş bu illeti;
Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlayamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan İslâm’ı,
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez,
Son siyaset ise Türklük, o siyaset yürümez.
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Allah Rasulü aleyhisselam ahirete irtihalinden hemen önce bizleri bu belaya karşı veda hutbesinde şu sözlerle uyarmıştır. “Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.”
Burada kavmiyetçiliğin haram oluşunu anlatmak hasılı tahsil olacaktır. Müslümanların bunu bilmemesi düşünülemez. Buna rağmen bazen Müslümanlar bu hastalığa yakalanabiliyor. Taliban da bu hastalığa kapılmış olabilir mi? Bu mümkündür. Fakat kendilerine sorduğumuzda bize yukarıdaki ayet ve hadisleri okudular, hatta aralarından bazı Özbek, Tacik komutanları örnek göstererek bu iddianın bir iftira olduğunu söylediler. Gördüğüm kadarıyla Peştun milletinden olanları kayırmak, yönetimde onlara daha fazla yer vermek gibi bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebilirim. Onları öncelemelerinin sebebi kavmiyetçilik midir yoksa onların dağlarda cihada daha fazla destek vermeleri midir bilmiyorum. Ama her hâlükârda bu anlayışın onları büyük bir yanlışa sürükleyeceğini söyleyebilirim.
Kamu Malı Meselesi
Dünya üzerinde iktidarı elinde bulunduran hangi hükümet bu itham ile karşı karşıya kalmamıştır ki?! Dünyanın hangi devleti olursa olsun iktidarı ele alan devlet ricalinden mal bildiriminde bulunması isteniyor. Çünkü para ile imtihan parasızlık ile olan imtihandan çok zordur. Taliban’ın şu anda devlet içerisinde verdiği imtihan da dağlarda verdiği imtihandan çok zordur. Bunu kendileri de anlamıştır ve ilerde daha fazla anlayacaklardır. Haklarında öne sürülen iddiaları boşa çıkaracak hamleler yapmak, halka hizmet götürmek zorunda olduklarını onlar da biliyorlar. Eğer yapmazlarsa halkın desteğini kaybedeceklerini dolayısıyla bir önceki işbirlikçi hükümetten farklarının kalmayacağını en iyi kendileri görmektedir. Fakat ne olursa olsun bu iddiaları sıfıra müncer kılmaları çok zordur. Dediğim gibi bu iddiaların olmadığı bir devlet ben bilmiyorum. Aynı iddialar bizim devletimizde de yok mu? İktidara gelen her hükümet bununla itham edilmedi mi?! 20 yıldır iktidarda olan mevcut hüküme de bu ithamla karşı karşıya değil mi?! Bunların doğru ya da yanlış olma ihtimalini tartışmıyorum. Eğer bu iddialar doğruysa ya bu dünyada ya da ahirette mutlaka açığa çıkacak, kamu malını heder edenler, yetim malı yiyenler rezil ve rüsva olacaklarıdır.
Kız Çocuklarının Okuması
Açık ve net olarak söyleyebilirim ki Kur’an ve Sünnet’i bilen hiçbir Müslüman kız çocuklarının okumasına karşı olamaz. Şunu da bütün açıklığıyla söylemeliyim ki Kur’an ve Sünnet’i bilen hiçbir Müslüman mevcut eğitim kurumlarında kız çocuklarının okumasının caiz olduğunu rahatlıkla söyleyemez. Bir hafta kaldığımız Afganistan’ın 7 ilini dolaşma fırsatı bulduk. Bu süreçte açık kadınların çok rahat bir şekilde dışarda dolaştığını, okul üniformalı kızların okul çıkışında güle oynaya evlerine gittiğini gördük. Taliban hakkında yapılan bu yorumlar yine önceki dönemden kalma kulaktan dolma bilgiler gibi geldi bana. Fakat Taliban, sağlıktan adalete, enerjiden tarıma, belediyeden bayındıra, ulaşımdan haberleşmeye hemen her alanda olduğu gibi eğitimde de ülkeyi mutlaka ayağa kaldıracak hamleleri yapmadıkça ve kadınların eğitimini ise bunun motoru mesabesinde görmedikçe muvaffak olması zordur.
Ceza Sistemi
Şöyle bir soru soralım: Taliban, hiçbir şekilde yanlışa imza atmaksızın Allah Rasulü Aleyhisselam’ın uyguladığı şekilde İslam’ı tatbik etmiş olsa bu malum ajanslar onları tebrik ve takdir mi eder?
Ya da soruyu daha açık soralım: Şartlar yerine geldikten sonra hırsızın elinin kesilmesi, zina eden evli birisinin recmedilmesi ya da birisini kasten öldürenin kısas olarak öldürülmesi Taliban’ın mı İslam’ın mı emri? Amerika ya da Batı’yı bir kenara bırakalım. Bugün beş vakit namazını camide kılan herhangi bir Müslüman acaba şeriatın tatbik edilmesini ne kadar ister? Beş vakit namazını kılan, kafasını secdeden kaldırmayan hacı amcamız camiden çıkarken “şeriat istemezuk” diye slogan atıyor ya da çarşaflı hacı teyzemiz kızının ya da oğlunun rahatı bozulacak diye “namazımızı kılıyoruz, orucumuzu da tutuyoruz ne gerek var İslam ahkamına” diyebiliyor. Halimiz ortadayken Taliban hakkında müspet haberlere rastlamamız mümkün müdür?
Dediğimiz gibi Taliban, her alanda olduğu gibi adalette de önemli kararlar alacak, haklı ve haksızı Allah ve Rasulü’nün mizanı ile temyiz edecek bir sistemi mutlaka kurmalıdır.
Afganistan’a gelmeden önce Taliban hakkında ajanslarda müspet habere rastlayamadım. Kadınlara yaşam hakkı vermeyen, haklı haksız dinlemeden ceza veren, el, kol, baş kesen, kız çocuklarının okumasını yasaklayan ve buna benzer birçok haberle karşılaştım. Afganistan’a vardığımızda resmi görevli bir Türk yetkili ile konuştuğumuzda o da aynı hususları dile getirdi ve kıyasıya Taliban’ı tenkit etti. Ezbere konuştuğunu, gördüklerini değil de ajansların yalanlarını tekrar ettiğini anladım. Bizimle ilgilenen arkadaşlara ya da ziyaretine gittiğimiz hocalara sorduğumuzda durumun öyle olmadığını anladım. Çünkü haklı haksız ayırt etmeden kol kesip, taşlayarak adam öldürüyorlar iddiası çok akılsız ve gülünç bir iddiadır.
Amerika ile Gizli Anlaşmalar
Taliban’ın bir medrese hareketi olduğunu, yıllardır Rusya, Amerika ve kendi içindeki gruplara karşı mücadele verdiğini, bu süreçte birtakım yanlışlıklar da yapmış olacağını söyledik. Ama yıllardır sahada verdikleri mücadeleyi masada Amerikalılara gizli anlaşmalar yaparak sattıklarını iddia etmek çok ucuz bir iddiaya benziyor. Anladığım kadarıyla Taliban hakkında öne sürülen iddiaların hepsini zaman bize gösterecektir.
Medresenin Tarihi Görevi
Afganistan ziyaretimizin asıl amacı medreseleri, hocalarını ve talebelerini ziyaret etmekti. Afganistan’daki medreseler, Hindistan’da 1860’lı yıllarda kurulan meşhur Diyobendi medreselerinin müfredatını takip ediyor. Afganistan ve Pakistan’da Ehl-i Sünnete mensup tüm medreseler, hep aynı müfredatı uyguluyor. Hindistan’a gittiğimizde bu medreseleri, hocalarını ve talebelerini ziyaret etme fırsatımız olmuştu. İngilizlerin sömürüsüne karşı adeta bütün bir cemiyeti bu medreseler muhafaza etmiş hatta gençliğin imanını çalmak, onları batı kültürüne mahkûm etmek için İngilizlerin etkisi ile Aligarh koleji bu medreselerin tesirini yok etmek için kurulmuştu.
Bir haftalık ziyaretimizde Afganistan’ın Şibirgan, Samangan, Bağlan, Mezar-ı Şerif, Kabil ve Logar gibi illerine gidip Müslümanlarla buluştuk. Dertlerini dinleyip bir nebze de olsa yaralarını sarmaya çalıştık. Her gittiğimiz bölgenin önemli ilim merkezlerini ve hocalarını da ziyaret ettik. Ziyaret ettiğimiz hocalarımız ve medreselerini kısaca saymak istiyorum;
Şibirgan’da
- Darululum-i Cevizcan Medresesi olarak bilinen medresenin hocası Müftü Karşi Hoca’yı ziyaret ettik. 400 talebesi bulunan Müfti el-Karşi aynı zamanda Muhammed Taki Osmani hocamızın da talebesi ve görebildiğim kadarıyla geniş bir ufka sahip bir alim. İslam ekonomisine dair Farsça yazmış olduğu bazı eserlerini bize hediye etti.
- Darululum İmam Tirmizi medresesinin hocası Şeyh Zikrullah Atayi Hoca
- Darululum Ebi Süleyman Cevizcani Medresesi ve Mevlevi Veliyullah Fakiri Hoca
- Darululum Farukiyye Medresesi ve hocası Mevlevi Muhammet Şerif Faruki
Mezar-ı Şerifte
- Mevlevi Abdussamed Medresesi ve Şeyh Mevlevi Seyfuddin Mezari Hoca
- Darululum-i Mahmudiyye ve Mevlevi Emruddin Müfekkir Hoca
- Darululum-i İmam Buhari ve Mevlevi Esedullah Ahmedi Hoca
- Şehit Müftü İshak Medresesi
- Darululum-i Celaliyye ve Mevlevi Sait Haşimi Hoca
- İmam Merginani Medresesi ve Mevlevi Emanullah Muhammedi Hoca
- Darululum-i Hz. Abdullah b. Abbas ve Müftü Nur Muhammet Hoca
- İmam Buhari Medresesi ve Mevlevi Abdurrauf Karimi Hoca
- Feyzu’l-Kuran Medresesi Mevlevi Abdurrahman Hanif Hoca
Samangan’da Darululum el-Hanefiyye el- İslamiyye ve Şeyh Zekeriyya el-Hakkani Hoca, Kabil’de Darululum-i Sa’d b. Muaz ve Şeyh Eminullah Ramaki Hoca ve Logar’da Darululum-i Raşidiyye ve Mevlevi Ahmet Gül Raşidi Hocayı ziyaret ettik.
Bu medreselerde sarf, nahiv, mantık, belağat, akâid, hadis, hadis usulü, felsefe, tefsir, miras hukuku ve yoğun bir şekilde Hanefi fıkhına dair metinler okunmaktadır. Fıkıh alanına dair olarak sırasıyla; Münyetü’l-musallî, Muhtasaru’l-Kudûrî, Kenzü’d-dekâik, Muhtasaru’l-Vikâye ve Hidâye, fıkıh usulünden; Usûlü’ş-Şâşi, Müsellemü’s-sübût, Nûru’l-envâr, ve et-Telvih ala’t-Tavdih gibi eserler okutulmaktadır.
Manevi Kaleler
Belh, Gazne ve Herat gibi şehirler başta olmak üzere Afganistan sınırları içinde bulunan medreselerde önemli ilim adamları özellikle de büyük mutasavvıflar ve Hanefi fakihleri yetişmiştir. el-Fetâva’l-velvâliciyye adlı eserin müellifi Ebu’l-Feth Abdurreşid b. Ebi Hanife b. Abdurrazak b. Abdullah el-Velvâlicî, Hatem-i Esam, Şakik-i Belhi son dönemde yetişmiş önemli bir hadis ve fıkıh alimi Aliyyu’l-Kari gibi üstatlar hep bu topraklarda yetişmişlerdir.
Medreseler tarih boyunca ümmetin imanını muhafaza eden manevi kale görevi görmüş, Müslümanların hacet kapısı olmuş, onlara yol açmış, ruh vermiş ve ufuk tayin etmiştir. Her zaman ve mekâna göre müfredatında birtakım revizeler yapmış ama ana omurgayı korumayı asla ihmal etmemiştir. Medreselerin bu alemşümul vazifesi sebebiyledir ki bugün de Afganistan’ı imar görevi asıl itibariyle onların sorumluluğundadır. Afganistan on yıllardır medreseler ile direnmiştir ve kendisine vurulan prangaları kabul etmemiş, kırıp atmıştır.
Medreseler bu tarihi misyonu sebebiyle bugün Afganistan’a da, onu idare eden Taliban’a da ayar vermek zorunda. Taliban, çalışmalarına her ne kadar bir medrese hareketi olarak başlamışsa da zaman sonra dağlarda cihat eden silahlı bir örgüt şimdilerde ise ülke idare eden bir hükümet konumunda. Devlet idare etmenin medresede talebe idare etmeye benzemeyeceğini anlamak ve ona göre hareket etmek zorundalar. Bu süreçte içerinin ve dışarının çok ciddi baskı ve dayatmaları ile karşı karşıya kalacakları aşikâr. Bir de bu dönemin para ve makam ile imtihan tarafı var. Onlar, haklarındaki iddialara karşı İslâm’ın adalet terazisini, muamelat sistemini tatbik edip her türlü ithamı boşa çıkarmak ve örnek bir İslâm nizamının nasıl olacağını bütün bir dünyaya göstermek durumundadırlar. Gayeleri bu ise ki hüsnü zannımız bu yöndedir o zaman bunu yaparken en büyük dayanak mercileri medreseler olacaktır. Medreseler ise kendi aralarındaki ihtilafları bırakıp, okuduğu metinleri mevcut dünya düzeninde nasıl yeniden anlamaları gerektiğine dair kafa yoracak, İslâm’ın maksatlarını her türlü makasıt üzerinde tutup bütün Dünya’nın gıpta ile bakacağı bir nizamı kurma hususunda hükümetlerine yardım edeceklerdir. O zaman Allah Teâlâ işlerini kolaylaştıracak, ümmetin ittihadına onları vesile kılacak, yeniden diriliş hamlesinin fitilini ateşlemeyi onlara nasip edecektir.
[1]Ahmed Muvaffak Zeydan, Taliban’ın Yükselişi, s.44.
[2] Ahmed Muvaffak Zeydan, Taliban’ın Yükselişi, s.29.
[3] Sünen-i Ebi Davud, Edeb, 121.
[4] Hucurat, 13.