Allah Rasûlü’nün ﷺKur’an’dan başka mucizesinin olmadığı şeklinde son dönemlerde oldukça sık karşılaştığımız bir iddia güncelliğini korumaktadır. Bu iddianın altında yatan birçok sebep olabileceği gibi en önemlisinin hadis kaynaklarımıza itibar edilmemesi olduğu kanaatini taşımaktayız. Zira Buhârî, Müslim ya da diğer kaynaklarımız Kur’an-ı Kerim’in tefsiri mesabesinde eserlerdir. Bunlara itibar edilmediği takdirde Kitabullah’ın anlaşılması da mümkün olmayacaktır.
Bu iddia sahipleri Allah Rasûlü’ne ﷺKur’an’dan başka mucize verilmediğine dair bazı ayetleri öne sürmektedirler. Bu ayetlerden en önemlisi şudur: “Bizi mucizeler göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin bunları yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere deveyi vermiştik, ama ona kötülük yaptılar. Oysa biz mucizeleri yalnızca korkutup uyarmak için göndeririz.”[1] Bu ayeti Allah Rasûlü’nün ﷺmucizesi olmadığına delil olarak kullanmakta, mutlak anlamda Buhari başta olmak üzere diğer hadis mecmualarında geçen ve mucizeye delalet eden bütün hadisleri reddederek şu sonuca varmaktadırlar: Geçmiş ümmetler iman etmelerini mucizelere bağlayıp ısrarla mucize istedi. Allah Teala’da bu mucizeleri verdi. İman etmedikleri için de onları helak etti. Allah Rasûlü’nün ümmeti ise bu şekilde toplu bir helake maruz kalmadığı için ona Kur’an’dan başka mucize verilmiş olamaz. Aslında nisbeten düşüncelerinin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki: Mekke’li müşrikler ya da o bölgede yaşayan ehli kitap Allah Rasulü’nü ﷺ çocuklarını tanıdığı gibi tanıyorlardı.[2] Fakat kibirleri iman etmelerine engel oldu. Allah Rasûlü ﷺ de onları Allah Teala’nın verdiği haberlerle çok iyi tanıyordu. Onlar “Kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair Allah adına kuvvetle yemin ettiler. De ki: ‘Mucizeler ancak Allah’a aittir.’ Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında değil misiniz?”[3]
Helak Edici Mucizeler
Mucizeler müşrikleri korkutmak ya da helak etmek; müminleri ise müjdelemek için indirilirdi. Helak edici mucizelerin diğer peygamberlerin hayatında olduğunu Kur’an-ı Hakim bize haber vermektedir. Hud, Salih, Musa peygamberlerimizin (aleyhimüsselam) kavimlerinde bunu açıkça müşahede etmekteyiz. Ancak son peygamber olan Hz. Muhammed ﷺefendimizin ümmetine böyle helak edici bir mucize verilmemiştir diyebiliriz. Onların yemin ederek “mucize gelirse iman ederiz.” ifadeleri ancak bu mânaya hamledilirse anlaşılabilir. Aksi takdirde Allah Teala, Musa Aleyhisselam’a da oldukça fazla mucize verdi ama inanmamalarına rağmen yıllarca onları ağır imtihanlara tabi tutsa da helak etmedi.[4]Musa Aleyhisselam’ın elindeki asanın yılan olması,[5] elinin nur gibi parlaması,[6] suların kana dönüşmesi, çekirge, kurbağa, bit sürüleri[7] ve nihayet kızıl denizin yarılması[8] gibi mucizeler ile Allah Teala Firavun’a onun değil kendisinin ilah olduğunu defaatle hatırlattı ama hiçbirisinde onları helak etmedi. Çünkü o, mucize gelirse Allah Teala’ya iman edeceğine dair söz vermiyor bilakis “ben sizin en büyük Rabbinizim”[9] diyordu. Yani sende mucize getir bende getireyim diyerek adeta Alemlerin Rabbine meydan okuyordu. Her defasında mağlup oluyordu ama helak edilmiyordu. O halde her mucize ile Allah Teala her kavmi helak etmiyor yani her mucize helak edici değil bazen korkutucu, uyarıcı da olabiliyordu.
Ay Yarıldı mı?
Buradan hareketle şunları söyleyebiliriz. Müşrikler de Allah Rasulü’nden ﷺ mucizeler istediler. Kimi zaman iman edeceklerine yemin ettiler kimi zaman da müminlerle tartışarak O’nun peygamber olmadığını iddia edip iman sözü vermeksizin meydan okudular. İman edeceklerine yemin ederek mucize istedikleri zaman Allah Teala yalan söylediklerini ve sözlerine vefa göstermeyeceklerini bildiği için bunu kabul etmedi. “Kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair Allah adına kuvvetle yemin ettiler. De ki: ‘Mucizeler ancak Allah’a aittir.’ Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında değil misiniz?”[10] âyeti işte bu hakikate vurgu yapmaktadır. İnşikakı kamer dediğimiz ayın yarılması mucizesi de işte böyle bir meydan okumadır. Bu hadisin sübutunda herhangi bir problem söz konusu değildir. Aynı zamanda bu hadisler Kamer Suresinin de tefsiridir. Allah Teala “Vakit yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mûcize görseler hemen yüz çevirip, “Bu öteden beri bilinen bir sihir!” derler. Hep yalan saydılar ve kişisel arzularına uydular; oysa her iş yerli yerindedir. Andolsun ki onlara tuttukları yoldan vazgeçirecek nice haberler geldi.”[11] buyurmuştur. Müfessirlerin tamamı bu ayette açık bir şekilde ayın yarılması mucizesine işaret olduğunu söylemektedirler.[12] Şu kadar var ki Kamer Suresi’ni tekzib eden herhangi bir müşrik sözü de bize ulaşmış değil. Allah Rasulü’nün ﷺ dâvasını imkan bulduğu her fırsatta yalanlayan putperestlerden bu ayetlere dair tek bir yalanlama haberi gelmemiştir. Bilakis ayetin devamında da olduğu gibi sihir demek zorunda kalmışlardır. Gördükleri harikulade bir olay olmasaydı sihir demezlerdi.
Mezkûr hadisin metni şu şekildedir:
İbn Mesûd, Ay Allah Rasulü ﷺ döneminde ikiye yarıldı. Bir parçası dağın üzerinde diğeri ise daha aşağı tarafta gitti. Peygamber ﷺ de “Şahit olun” dedi.[13]Diğer rivayetlerde mana cihetiyle aynı lakin Enes b. Malik rivayetinde müşriklerin isteğine binaen böyle bir mucizenin izhar edildiğini görüyoruz.[14] Bazı rivayetlerde ise ayın iki defa yarıldığına işaret edilmektedir.[15] fakat genel anlamda ulema buradaki iki defa yarılmayı iki parçaya ayrılma olarak anlamışlardır.[16]
İtirazlar
Bu hadise kısaca üç itirazın yapıldığını görüyoruz:[17]
1-Bu kadar büyük bir olay neden herkes tarafından görülüp de mütevatir olarak nakledilmedi ve rivayet eden sahabeler arasında olayı görme imkanı bulunmayanlar olduğu gibi Cübeyr b. Mutim’in de henüz Müslüman olmadığı söz konusudur.
2-Bu mucize İsra Suresi’ndeki “Bizi mucizeler göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin bunları yalanlamış olmasıdır.” ayetine aykırı değil midir?
3-Rivayetler arasında bulunan oldukça fazla çelişki, hadisin sıhhatine zarar vermez mi?
Cevaplar
Birinci itiraza İslam alimleri bu olayın gece gerçekleştiğini dolayısıyla o vakitte insanların birçoğunun evlerinde olduğuna işaret ederek cevap vermişlerdir. Zamanımızda da aynı durum tahakkuk etmekte gece ay tutulması ya da herhangi bir gök olayı gerçekleştiğinde gökyüzünü gözlemlemediğimiz için bunlardan haberimiz olmamaktadır. Fakat buna rağmen ulemadan bu olayın mütevatir olarak nakledilegeldiğini ve tahakkuk ettiğine dair icma oluştuğunu ifade edenler oldukça fazladır.[18] İbnü’l-Cevzi de eğer bu olay bütün bir insanlık görecek şekilde tahakkuk etseydi inanmadıkları takdirde azaba müstehak olurlardı şeklinde bir yorum yapmaktadır.[19] Bunun yanında târihi belgelerde de olayların söz konusu olduğunu görmekteyiz.[20]
Sahabelerin olayı müşahede edememesine gelince, bu hadisi Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Mesûd, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr, Huzeyfe b. Yeman, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Cubeyr b. Mut’îm gibi sahabeler rivayet etmişlerdir.[21]İbn Hacer bu olayın hicretten beş yıl önce gerçekleştiğini ve bu tarihte İbn Abbas’ın henüz doğmadığını, Enes b. Malik’in ise Medine’de ve 4-5 yaşlarında olduğunu vurgulamıştır. Fakat bu olayı diğerlerinin gördüğünü haber vermektedir.[22] Küçük olanların rivayetleri ise mürsel olsa bile sahabe mürselinin sıhhatine dair bir ihtilaf olmadığını biliyoruz. Cübeyr b. Mutim ile alakalı ise onun henüz Müslüman olmadığını kabul edecek olsak bile usul kitaplarımızda bir hadisin ahz/alma ve tahammülü için ravinin Müslüman olması şartı aranmadığı ittifak ile kabul edilen bir husustur. İslam şartı hadisin eda anında gerekli görülen bir şarttır.[23] Usul kitaplarımızda özellikle de Cübeyr b. Mutim örnek verilerek bu mesele açıklanmaktadır. Dolayısıyla bir ravinin işittiğinde Müslüman olması değil rivayet ettiğinde İslam’ı kabul etmesi önemlidir.[24] Hatta Müslüman olmadan önce bunu aktardıysa o halde Cübeyr b. Mutim’in şehadeti en makbul şehadet olarak addedilmelidir. Çünkü buradaki şehadeti kendi inanışına ters düşen bir şehadet olmaktadır.
Tek Mucize Kur’an mıdır?
İkinci itiraza dair şunları söyleyebiliriz: Başta da dediğimiz gibi bazılarının “Hz. Peygamber’in tek mucizesi Kur’andır, ondan başka mucizesi yoktur” demeleri ve buna da “eğer olsaydı inanmadıklarından dolayı helak olmaları gerekirdi” şeklinde bir gerekçe sunmaları oldukça hatalı bir yaklaşım tarzıdır. Bu anlayışa göre çok büyük bir mucize olan Kur’an’a da inanmamaları onların helaklerini gerektirmeliydi. Fakat inanmayanların toplu bir helaki söz konusu olmamıştır. Bunun yanında kendisine mucize gelen her kavmin hemen helak edilmesini iddia etmek ise Kur’an’ı okuyup anlamamak demektir. Çünkü öncesinde işaret ettiğimiz gibi Musa Aleyhisselam çok defa mucize göstermesine rağmen Firavun ve avanesi hemen helak edilmemiştir. Uzun yıllar farklı farklı mucizeler ile uyarılmışlardır. Yukarıda bu hususa işaret ettiğimiz için tekrara düşmemek için bu kadarla iktifa edelim.
Haccı İnkâr Etmek
Üçüncü itiraza ise şu şekilde cevap verilebilir: Rivayetler arasındaki ihtilaf usul ile alakalıdır. Dolayısıyla bu itirazı yapanların usule dair malumat eksiklikleri söz konusudur. Şöyle ki: Allah Rasulü’nün ﷺ haccı ile alakalı da oldukça fazla rivayet farklılığı vardır. O kadar ki temettü haccı mı kıran haccı mı yaptığı bilinmemektedir. Hac menasikine dair oldukça fazla rivayetin olmasından dolayı ve birbiri arasındaki ihtilafları sebebiyle ümmet içinden hiç kimse bunları söz konusu ederek Rasulullah’ın ﷺ hac yapmadığını iddia etmemiştir. Bilakis aklı başında olan birisi bu kadar çok rivayetten Allah Rasulü’nün ﷺ hac yaptığını şüphe götürmeyecek bir katiyetle bilir. Aynı ihtilafı cennet ve cehennem hakkında da görmekteyiz. Buradan hareketle bunları inkar edeni gördünüz mü? O halde rivayetlerin çokluğu Allah Rasulü’nün kesin bir şekilde hac yaptığına, Cennet ve Cehennem’in varlığına işaret ettiği gibi ayın yarıldığına da aynı düzeyde işaret etmektedir. Belki ihtilaf zaman ve mekandadır. Fakat bu ihtilafları dahi sıfıra müncer kılacak derecede rivayetleri cem edebiliyoruz. Kâmil Miras, bu hususta şunları söyler: Bütün bu rivayetler, mucizenin müşriklerin dilemesi üzerine, Mekke’de peygamberimizin hayatında kendi tarafından bir defa izhar olunmuş ve ayın ikiye bölündüğü ve bölükleri dağın iki tarafına ayrıldığı görülmüştür. Şu hâlde birbirilerini teyit ve Kur’an’ı izah eden bu rivayetler karşısında bu hadiseyi inkâr, bir mükabere olduğu gibi bu rivayetler dışındaki rivayetler ve mütaalalar da çürüktür.[25]
Hadis İlmi
Anladığımız kadarıyla yapılan itirazlar hadis ilmine muttali olunmamasının yanında modern çağın akla vermiş olduğu kıymetten kaynaklanmaktadır. Hadis ilmine muttali olunmaması meseleyi kavrayamamıza sebebiyet vermektedir. İbn Hacer’in de dediği gibi gerek kütüğün inlemesi gerekse ayın yarılması gibi olaylar hadis alanında malumatı olmayanlara yakin bilgi ifade etmese de bu hadislerin tariklerini bilenlere göre katiyet ifade edecek derecede meşhur rivayetlerdir.[26] Evet, Kur’an-ı Hakim de insan aklına oldukça fazla kıymet vermiş ve aklı olanı muhatab almıştır. Fakat gayba iman etmesini, peygambere teslim olmasını da emrederek ona haddini de bildirmiştir. Zaten mucizeleri akılla anlamaya çalışmak başlı başına problemli bir yaklaşımdır. Çünkü akıl zıt olan iki şey dışında her şeyin tahakkukunu imkân dahilinde görür. Fakat bazen bizim akıllarımız anlamakta zorlanır. Dolayısıyla akıl dışı ile akıl üstü olmak ayrı durumlardır. Bir şeyin hem hareketli hem de durağan olması akıl dışıdır ama cennet, cehennem, melaike ve cinlerin varlığı akıl dışı değil akıl üstüdür. Aklımızın almadığı meseleleri akıl dışı görmek bize İslam’ın çok daha büyük hakikatlerini inkâr ettirecektir. Asıl itibariyle ayın yarılması gibi mucizeler de çok açık bir hakikattir ama aklı biraz zorlamaktadır. Zaten bundan dolayı mucize ismini almıştır.
Üstad Said Nursi’nin sözleriyle meseleyi hitâma erdirelim: “İçerisinde ‘Sa’d-ı Taftazanî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: “İnşikâk-ı kamer, parmaklarından su akması, umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin mufarakat-i Ahmediyeden ﷺ ağlaması, umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yani, öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesire nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhaldir. Hâle gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendip Adasının vücudu gibi tevatürle vücudu kat’îdir” demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhudî mesâilde teşkikât-ı vehmiye yapmak akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki, şakk-ı kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.”[27]
[1]– İsra, 59.
[2]-Bakara, 146.
[3]-En’am, 109.
[4]– Araf, 130.
[5]-Bkz. Neml, 10; Kasas, 31; Çıkış, 4/1-5.
[6]-Araf, 108; Tâhâ, 22; Neml, 12; Kasas, 32; Çıkış, 4/1-7.
[7]– Araf, 133;
[8]-Şuâra, 63.
[9]-Naziât, 24.
[10]-En’am, 109.
[11]-Kamer, 1-4.
[12]-Maturidî, Te’vîlâtu’l-Kur’an, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2005, c. 9, s. 441. Razî, Mefatîhu’l-ğayb, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2009, c. 29-30, s. 26.
[13]-Buharî, Menâkıb, 24. (3437)
[14]-Buharî, Menâkıb, 24. (3438)
[15]-Müslim, Sıfatu’l-Kıyame, 46. (2802)
[16]-Keşmîrî, Feyzu’l-bârî, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2005, c. 5, s. 408; Aliyyu’l-Kârî, Şerhu’ş-Şifa, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1421, c. 1, s. 591.
[17]-Bu itirazlar için bkz. Kadı Abadulcebbar, Tesb’itü delâili’n-nübüvve, Dâru’l-Mustafa, Kahire, c. 1, s.55; Reşit Rıza, Mecelletü’l-menâr, 30/261; Muhammed el-Gazalî, et-Tarîk Min Huna, Dâru’ş-şurûk, Kahire, 1992, s. 64-69; İsrafil Balcı, Hz. Peygamber ve Mucize, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2013, s. 257; Hüseyin Çelik, Kur’an’da “Ay’ın Yarılması” Mucizesi, MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2017, cilt:6, sayı: 4; Hüseyin Akgün, İnşikâk-ı Kamer Hâdisesi (Rivâyetlerin Aslu’l-Hadîs ve Hadis Coğrafyası Açısından Ele Alınması), Siyer Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, Ocak-Haziran 2018.
[18]-el-Kettanî, Nazmu’l-mütenâsır, Dâru’l-kütübi’s-selefiyye, Mısır, s. 211; İbn Hacer, Muvafakatu’l-Haber, Mektebetü’r-rüşd, Riyad, 1933, c. 1, s. 201.
[19]-İbnü’l-Cevzî, Keşfü’l-Müşkil, Dâru’l-vatan, Riyad, c. 1, s. 286.
[20]-Keşmîri, Feyzu’l-Bâri, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2005, c.5, s.408.
[21]-Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetü’r-risale, Beyrut, 2001, s. 6, c. 60.
[22]– İbn Hacer, Fethu’l-bârî, Daru’l-Marife, Beyrut, 1379, c. 6, s. 632.
[23]-Sehavi, Fethu’l-Muğîs, Mektebetu Daru’l-Minhâc, Riyâd, 1436. c.2, s.302.
[24]-Suyutî, Tedrîbu’r-râvî, Dâru’t-taybe, Beyrut, c. 1, s. 413.
[25]-Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, İleri Basım Yayıncılık, İstanbul 2019, c. 7, s. 237.
[26]-İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 6, s. 592.
[27]-Said Nursî, Mektubat, Envar Neşriyat, İstanbul, 2020, s. 208.
117 comments